I. Selim

I. Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim (Osmanlı Türkçesi: سلطان سليم اول Sultan Selīm-i Evvel; 10 Ekim 1470 – 22 Eylül 1520[2][3]), 9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi ve Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) unvanına sahiptir.[4] Babası II. Bayezid, annesi Gülbahar Hatun,[5][6] eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını 8 yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasiler'den Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.

I. Selim
Yavuz Sultan Selim
İslâm Halifesi
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı
Konstantin Kapıdağlı tarafından çizilmiş portresi
9. Osmanlı Padişahı
Hüküm süresi 26 Mayıs 1512 – 22 Eylül 1520
Önce gelen II. Bayezid
Sonra gelen I. Süleyman
11. Trabzon Sancakbeyi
Hüküm süresi 1487 – 1510[1]
Önce gelen İlyas Bey
Sonra gelen Sinan Bey
Eş(leri) Ayşe Hafsa Sultan
II. Ayşe Hâtûn
Çocukları I. Süleyman
Üveys Paşa
Hatice Sultan
Beyhan Sultan
Şah Sultan
Fatma Sultan
Hafize Sultan
Şehzade Orhan
Şehzade Musa
Şehzade Korkut
Hanedan Osmanlı Hanedanı
Babası II. Bayezid
Annesi Gülbahar Hatun
Doğum 10 Ekim 1470(1470-10-10)
Amasya, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 22 Eylül 1520 (49 yaşında)
Çorlu, Osmanlı İmparatorluğu
Defin 30 Eylül 1520
Yavuz Selim Camii, Fatih, İstanbul
Dini İslam
İmza
Sultan Selim Han

Selim, tahta, babası II. Bayezid'e karşı darbe yaparak çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, 22 Eylül 1520'de şarbon hastalığına bağlı olarak Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşındayken öldü ve yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman geçti. Yavuz Sultan Selim'in türbesi İstanbul'un Fatih ilçesindedir. Aynı zamanda türbesinin yanında Tanzimat Dönemi padişahlarından Abdülmecid'in de türbesi bulunmaktadır.

İlk Yılları

Sert mizacından dolayı Yavuz ve şehzâdeliğinden beri Selim Şah olarak anılan Sultan Selim, hicri 875/rumi 10 Ekim 1470 tarihinde babası Şehzade Bayezid'ın sancakbeyliği görevi nedeniyle Amasya'da dünyaya geldi. Babası II. Bayezid, annesi ise kimi kaynaklara göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey'in kızı Gülbahar Hatun, bazılarına göre Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey'in kızı Ayşe Hatun'dur.[7] Osmanlı'nın, devlet tecrübesi kazanmaları için şehzadeleri küçük yaşlarda sancaklara gönderme usulü gereği Şehzade Selim de Trabzon'a vali olarak atandı.

Trabzon Sancak Beyliği

Osmanlı döneminde Amasya'yı gösteren bir fotoğraf

Fatih Sultan Mehmed zamanında, Sivas Vilâyetinin Amasya Sancağı'nda büyük oğlu Şehzade Bayezid (sonradan II. Bayezid) sancak beyi iken; yine Sivas Vilayetine bağlı Trabzon Sancağı'nda da sancak beyi olarak Şehzâde Bâyezid’in en büyük oğlu Abdullah bulunmaktadır. Trabzon’da İçkale Camii şadırvanında sancak beyi Abdullah’ın 1470 yılına ait (Hicrî 875) bir kitâbesi bulunmuştur. Şehzâde Abdullah’ın Trabzon sancak beyi olarak 886/1481 yılına kadar bu görevde kaldığı anlaşılmaktadır.[8]

Şehzade Abdullah'tan sonra Trabzon sancak beyi olan ikinci ve son şehzade Yavuz Sultan Selim'dir. Fatih Sultan Mehmed’in vefatı ile II. Bâyezid (1481-1512) padişah olarak cülûs edince, oğlu Şehzade Selim’i 1481 yılında (Hicrî 886) Trabzon sancak beyi olarak tayin etmişti. Şehzade Selim, 1481-1510 yılları arasında (Hicrî 886 - 915) yaklaşık olarak 29 yıl boyunca Trabzon’da valilik yapmıştır.[9]

Valiliği sırasında devlet işleri yanında ilimle de uğraşmış ve âlim Mevlana Abdülhalim Efendi'nin derslerini takip etmiştir. Daha o zamanlarda Şehzade Selim, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti'ne yönelmelerini fark etmiştir.[10] Türkmenleri devlete bağlamak için Şehzade Selim, İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefer yapmış ve bu seferlerin en önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır (1508).[11] Hatta devlet töresine göre elde edilen ganimetin beşte birini beyt-ül mal'a katması gerekirken onu da mücahit Türkmenlere bırakmıştır.[12]

II. Bayezid'ın Son Seneleri ve Şehzadeler Meselesi

I. Selim'in babası ve sekizinci Osmanlı padişahı II. Bayezid (1447-1512)

II. Bayezid'ın 8 oğlu olmuştu. Bunlar yaş sırası ile Abdullah, Şehenşah, Alemşah, Ahmed, Korkud, Selim, Mehmed, Mahmud'dur. Ahmed, Korkud ve Selim dışındakiler babalarının sağlığında ölmüşlerdi. Selim Trabzon, Korkud Saruhan, Ahmed Amasya illerinde vali olarak görev yapıyordu. Selim'in oğlu Süleyman Kefe sancak beyi; Ahmed'in oğlu Bolu sancak beyi olarak görev yapıyordu. Karaman valisi Şehzade Şehenşah'ın ölümü üzerine, Beyşehri'nde bulunan oğlu Mehmed Konya'ya tayin edildi. Şehzade Alemşah'ın oğlu Osman ise Çankırı sancak beyi olarak görevdeydi. Şehzade Mahmud'un oğlu Orhan babasının Manisa'ya nakli ile Kastamonu beyliğine atanmış, Mahmud'un diğer oğlu Musa ise Sinop Beyi olmuştu. Şehzade Mahmud'un en küçük oğlu Emirhan'ın ataması ise, çok küçük olduğundan henüz yapılmamıştı.[13]

Şehzade Selim, Trabzon valiliği sırasında Türkmenlerin ve askeri başarıları münasebetiyle de yeniçerilerin desteğini arkasına almıştı. Ancak Osmanlı bürokrasisi, Şehzade Ahmed'in tahta çıkmasını desteklemekteydi.[10] Manisa sancağındaki Şehzade Korkut'un erkek çocuğu olmadığından tahta çıkma şansı az olarak görülmekteydi. Konya'daki Şehzade Şehenşah 2 Temmuz 1511'de babasından 6 ay evvel öldüğünden taht kavgasına dahil olmamıştı.[14]

Şehzade Selim, uzun zamandır kötü giden devlet işlerinden ötürü babasının artık saltanatı terk edeceğini haber almıştı. Fatih Kanunnamesi'ne göre, hükümdar olan şehzade diğer kardeşlerini öldürecekti. Bunun için kardeşleri Korkud ve Ahmed'in hareketlerini yakından takip ediyordu. Saltanatı ele geçirmek için kardeşleri gibi Selim de hazırlık yapmış, kendi askerlerine ek olarak Kırım Hanı kuvvetlerinden de istifade etmiştir. Rumeli'ye geçtiğinde yanında Kırım Hanı'nın küçük oğlunun komutasında 350 kadar asker de vardı. Ayrıca taraftarları sayesinde Yeniçeri Ocağı'nın desteğini de elde etmişti.

Şehzade Selim'in oğlu Süleyman evvela Şarki Karahisar'a tayin edilmiş, ancak Şehzade Ahmed'in kendisine yakınlığı sebebiyle itiraz ettiğinden Bolu'ya naklolunmuş, Şehzade Ahmed bu sefer de kendisi ile İstanbul arasında rakibi Selim'in oğlunun bulunmasını istemediğinden buna da itiraz etmiş ve bu itirazı da kabul edilmiştir. Bu defa da Şehzade Selim, oğlu Süleyman'a kendi sancağı olan Trabzon'a uzak yerlerden sancak gösterildiğinden bu yerlere karşı çıkmış ve oğlunun kendi yakınında olmasını ısrarla talep etmiş, Şarki Karahisar yahut Kefe sancaklarından birinin verilmesini istemiştir. Tüm bunların sonucunda Süleyman Kefe sancağına atanmıştır.

Kendisi İstanbul'a uzak olduğundan çabuk ve muntazam haber alamıyordu. Bu nedenle devlet merkezine yakın bir yere nakledilmek istiyordu. Bu maksada uygun olarak Rumeli'de bir sancak istedi ve hemen Kırım'daki Kefe üzerinden Tuna'ya doğru harekete geçti. Kendisine Trabzon'a ilaveten Kefe verildi ise de bunu kabul etmedi. Şehzade Selim'e nasihat vermesi amacıyla ulemadan kişiler yollansa da Selim bunları geri çevirdi; Anadolu'da nereyi istersen verelim önerisi gelse de istediği gibi bir cevap alamayınca derhal Kırım Hanı'ndan aldığı kuvvetle Silistre yoluyla Rumeli'ye (Balkanlara) geldi. Ulemalar tekrar yollansa da, Selim buna da kesin olarak ret cevabı vermiştir. Ayrıca Şehzade Selim'in bu hareketinden önce, Şehzade Korkud da babasından izin almaksızın Antalya'dan kalkıp Manisa'ya gitmişti. Bu hareketleri doğru bulmayan Şehzade Ahmed; babası II. Bayezid'dan Korkud ve Selim'i öldürtmek için izin istemiş ise de Bayezid bunu kabul etmemiştir.

Şehzade Selim'in Rumeli'ye geçişi İstanbul'da duyulunca, Selim üzerine asker sevkedilmesi gündeme gelmişti. Bunu haber alan Selim asi olmadığını, babasına saygılarını arz etmek için geldiğini beyan etmiş ve kendisine nasihat için babası tarafından yollanan elçiye itibar etmiş, bunun üzerine İstanbul'a dönen elçi şehzadenin babasının elini öpmek için geldiğini söylemiştir. Selim karşıtları bu oyunu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı göndermişler, ancak Hasan Paşa savaşmaksızın Edirne'ye dönmüştür. Bunun üzerine padişah II. Bayezid bizzat Selim'e karşı harekete geçmiştir.[13]

Yavuz Sultan Selim
Konstantin Kapıdağlı
Yavuz Sultan Selim
Nakkaş Osman

Padişah Bayezid yaşlı olduğundan arabayla hareket etmiş ve Çukurçayır'da Selim'in ordugahının karşısına gelmişti. Selim karşı taraftan taarruz olmadıkça, kesinlikle saldırılmamasını emretmiştir. Bayezid'e binmiş olduğu arabanın penceresinden elini öpmeye gelen oğlunun kuvvetleri gösterilince Bayezid duygulanmış, Rumeli akıncı ve sancak beylerinin de etkisiyle, savaştan vazgeçilerek taraflar arasında bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre; veliaht yapılacağı dedikoduları olan Şehzade Ahmed'in veliaht yapılmayacağı temin edildi ve Bayezid tarafından şehzadelerinden hiçbirini diğerine tercih edip veliaht yapmayacağına dair ahidname yazdırıldı. Ayrıca Selim'e Rumeli'den istediği Semendire Sancağı verilmiş, bununla beraber bu sancağa Alacahisar ve İzvorvik Sancakları da ilave edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Şehzade Ahmed babasına yazdığı mektupta; Selim'in askeriyle padişah babasının üzerine yürümesine rağmen kendisine 3 sancak ve buna ek olarak 500 bin akçe verilmesini eleştirmiş, sadece 3 sancak olsa da bunun Rumeli'nin tamamen verilmesi demek olduğunu, hükümdarlığına sadece bir hutbe ve bir de sikke kaldığını; hâlbuki kendisinin babasını asla incitmediğini de belirtmiştir. Ayrıca babası sağ oldukça saltanatta kesinlikle gözü olmadığını ancak asi kardeşi üzerine gitmesine izin verilmesini istemiştir. Böylece, veliaht tayini işini de önleyen Selim, komutasındaki askerlerle Semendire'ye gitmeyip, Eski Zağra ve Filibe taraflarında kalmış ve Semendire'ye bir vekil göndermiştir.[13]

Tahta çıkışı

Baba-oğul mücadelesi

Yavuz Sultan Selim minyatürü (Topkapı Sarayı)

Şehzade Selim, Semendire'ye gitmeyip yolda oyalanırken ve merkezden sancağa gitmesi emredilirken; kendisi Şahkulu meselesinin sonuçlanmasını beklediğini arz ediyordu. Sonuçta Şahkulu ile savaşılmış, bu savaşta Veziriazam Hadım Ali Paşa ölmüştü. Şehzade Ahmed ise asileri takip etmek yerine Amasya'ya dönmüş, bu yüzden askerlerin Ahmed'e olan desteği azalmıştı. Hadım Ali Paşa'nın öldüğünü öğrenen Beyazid, yine aynı zamanlarda Karaman Valisi oğlu Şehzade Şehenşah'ın da ölüm haberini alınca; saltanattan kati surette çekilmeye karar verdi. Devlet ileri gelenlerini davet edip görüştü ve çoğunluk Şehzade Ahmed'in hükümdar olmasını destekledi. Hadım Ali Paşa'nın yerine veziriazam olan Hersekzade Ahmed Paşa, bu karara katılmadı; padişahın çekilmemesi, Şehzade Selim'in Semendire'de kalması, Şehzade Ahmed'in ise Karaman eyaletine nakledilmesi gerektiğini savunsa da başta padişah olmak üzere çoğunluk Şehzade Ahmed'in hükümdar olmasını istediğinden kendisine haber gönderdi. Karar verildikten sonra padişah Bayezid, Rumeli beylerini çağırarak onlardan Şehzade Ahmed'e itiraz etmeyeceklerine dair söz aldı. Rumeli beyleri gibi Selim'i destekleyen yeniçeriler ise Ahmed'in hükümdarlığını önlemek için "Senin sağlığında biz başkasını padişah istemeyiz" diye teminat vermişti. Filibe'de bulunan Şehzade Selim ise tüm bunları adamları vasıtasıyla öğreniyordu.

Bayezid'ın verdiği ahidname'ye uymadığını anlayan Şehzade Selim, 40 bin kişilik kuvvetle, Çorlu'da babasının kuvvetlerinin olduğu ovaya girdi. Ağustos 1511 tarihinde vuku bulan savaş sonunda Selim kuvvetleri yenildi. Şehzade takip edenlerin elinden zorla kurtularak Karadeniz sahiline geldi ve kendisine katılanlarla İğne Ada (İnada)'dan gemiyle Kefe'ye gitti. Selim'in bu mağlubiyeti üzerine, Ahmed'e derhal İstanbul'a gelmesi yazıldı.[13][15][16]

Veziriazam Hersekzade, daha önce verilen ahidnameye sadık kalınması, hiçbirinin bir diğerine tercih edilmemesini savundu. Ayrıca askerin Selim'den taraf olduğunu, Kapıkulu Ocakları'nı Ahmed tarafına çevirdikten sonra saltanatı terketmesini ve Ahmed'i İstanbul'a getirtmeyerek Karaman'da alıkoymasını padişaha arz ettiyse de bu sözü dinlenmedi. Şehzade Ahmed İstanbul'a vardığının ertesi günü padişah ilan edildi.[13]

Yeniçerilerin ayaklanması ve Sultan Selim'in cülusü

I. Selim'in cülus törenini gösteren bir Osmanlı minyatürü

Şehzade Ahmed'in hükümdarlığını tanımayan yeniçeriler, bununla kalmayıp içlerinde devlet ileri gelenlerinin evlerinin de olduğu birçok evi talan etti. Yeniçeriler, Selim'e sadakat göstererek onun gelmesi ve veliaht olması gerektiğinde ısrar etti. Bunu haber alan Ahmed Anadolu'ya döndü. Selim karşıtları bunun üzerine Şehzade Korkud'u hükümdar yapma düşüncesiyle kendisini acele İstanbul'a davet ettiklerine dair haber yolladılar. Bunun üzerine İstanbul'a gelen Korkud'a yeniçeriler hürmet gösterse de, Selim'den başkasını istemediklerini söylediler (Yenibahçe ayaklanması 6 Mart-24 Nisan 1512).[17] Bu durum üzerine zor duruma düşen ve artık hükmü ve nüfuzu kalmayan Bayezid Selim'i İstanbul'a davet etti. Bayezid başlangıçta saltanattan çekilmeye yanaşmayarak Selim'i Şah İsmail üzerine yapılacak sefere Serdar tayin etmeyi teklif etse de Selim ordunun başında hükümdarın bulunması gerektiğini söyleyerek bu teklifi reddetti. Bayezid oğlunun hükümdar olma isteği ve asker ile bazı devlet adamlarının Selim'den taraf olduğunu görünce saltanatı Selim'e terketti (Safer 918/Nisan 1512).[9][16] Selim'in cülusu da 23 Mayıs'ta gerçekleşmiştir.[18][19]

Bayezid tahttan çekilip istirahat edeceği Dimetoka'ya gitmek üzere yola çıksa da Dimetoka'ya varamadan Çorlu civarında ansızın öldü. Bu konuda kayıtlar Bayezid'ın; yolda giderken hastalandığından ya da ihtiyarlığından ötürü eceliyle öldüğünü söylese de, Tacü't-Tevarih'te zehirlenmek suretiyle öldüğünden bahsedilmektedir. Ayrıca Şehzade Ahmed, Memlûk Sultanı'na yazdığı mektupta babası Bayezid'ın hastalanarak öldüğü duyurulduktan sonra halk arasında vefatının oğlu Selim tarafından yapıldığı görüşünün yaygın olduğunu yazmıştır.[13]

Şehzadelerin bertaraf edilmesi ve taht kavgasının sonlandırılması

Yavuz Selim ile Şehzade Ahmed arasındaki mücadeleyi gösteren bir minyatür, 16. yüzyıl

Selim'in Osmanlı tahtına oturması sorunlu olmuştur. Babası Bayezid başta olmak üzere devlet erkanınca müstakbel padişah olarak görülen Şehzade Ahmet, Yavuz'un iktidarı ele geçirmesini hazmedememiştir. Ahmet; Konya'da hükümdarlığını ilan etmekle kalmamış, 19 Haziran 1512'de oğlu Alaaddin'i göndererek Bursa'yı da ele geçirmiştir. Alaaddin, Bursa Subaşını öldürterek padişahlık alameti olan hutbeyi babası Şehzade Ahmet adına okutmuştur. Bu duruma karşılık Selim, 29 Temmuz 1512'de Bursa'ya geçerek Alaaddin'i şehri terke zorlamıştır. Bu olayın üzerine, Şehzade Ahmet taraftarı olan ve onunla gizli iletişimi de olan Sadrazam Koca Mustafa Paşa'yı idam ettiren Yavuz, 4. defa Hersekzade Ahmet Paşa'yı sadrazamlığa getirmiştir. Yavuz, sorun çıkarmaması için Saruhan valisiyken ölen Şehzade Mahmut'un oğulları Kastamonu Beyi Orhan (1494-1512), Emirhan (Emirhan henüz küçük olduğundan sancak beyliğine yollanmamıştı) ve Sinop Beyi Musa (1490-1512)'yı; Şehzade Alemşah'ın oğlu Çankırı Beyi Osman'ı ve Şehzade Şehenşah'ın oğlu babasının ölümü üzerine Konya'ya tayin edilen Mehmet Bey'i ortadan kaldırtmıştır.

Selim'in padişahlığını tanıyan öz ağabeyi Şehzade Korkut bunun üzerine Saruhan Sancak beyliği'ne tâyin edilmiştir. Yavuz Sultan Selim, öz ağabeyinin fikrini öğrenmek için, bazı devlet adamlarının ağzından padişah olmasını arzu eder tarzda mektuplar yazdırmış, Şehzade Korkut’un, mektuplara müspet cevaplar vermesi üzerine Manisa kuşatılmıştır. 1513'te Bergama yakınlarında yakalanmıştır. Ardından Sultan Selim, ağabeyini 9 Mart 1513'te yay kirişiyle boğdurtmuştur.[20]

Yavuz'un yanındaki devlet adamlarının lisanından Ahmed'e mektuplar yazılarak, şehzadelerin ve veziriazam Koca Mustafa Paşa'nın öldürülmesinden ve kendilerinin zor durumda olduğundan sözde şikayet etmişler ve Şehzade Ahmed'i ilk çarpışmada kendisine iltihak edeceklerine inandırmışlardı. Bunun üzerine Ahmed Bursa üzerine yürümüş fakat Yenişehir Ovası'nda yapılan mücadeleyi kaybetmiştir. Daha sonra esir edilen Ahmet de Kapıcıbaşı Sinan Ağa'ya boğdurtturulmuştur. Devlete isyan suçunun had cezası olarak idam olunan Şehzade Ahmet, böylece 38 gün önce idam edilen kardeşi Şehzade Korkut'la aynı kaderi paylaşmıştır. Bu yolla Selim tahtın tek hakimi konumuna gelmiştir (Ocak 1514/Şevval 918). Sadece Şehzade Ahmed'in Kasım adındaki oğlu Memlüklere iltica etmiş ve Murad adındaki diğer oğlu ise Şah İsmail'in yanında bir süre kalmıştır. Murad, İran'da sancak beyi derecesinde bir hizmetteyken ölmüştür.[13][14][21][22][23]

İran Seferi

Çaldıran Savaşı

Sekümname'de yer alan ve Osmanlı zaferi ile sonuçlanan Çaldıran Muharebesi'ne ait bir minyatür, 1525

Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük nedeni doğudaki Şii Safevi Devleti olarak kabul edilmekteydi. Safevi Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Anadolu'daki Osmanlı egemenliği sağlamlaşacak ve doğudan gelebilecek tehditlere karşı dağlık Doğu Anadolu Osmanlı savunmasını güçlendirecekti. Yavuz Sultan Selim'in bir başka amacı da doğudaki bütün İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti.[13][23][24]

I. Selim, Safevilerle girilebilecek bir savaşa karşı hazırlıklar ve çalışmalar yaptı. Şah İsmail de aynı dönemde Safevilerin başında, Osmanlılara karşı bazı hazırlıklar sürdürüyordu.[25]

Yavuz Sultan Selim bu amaçlarla, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıkmıştır. Oğlu Süleyman'ı 50 bin kişilik kuvvetle Anadolu'da emniyet olarak bırakmıştır. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşlerine böylece başlamıştır.[13][23][24]

Osmanlı ve Safevi ordularının ikisi de Türk ve Müslümandı. Sefer çok uzun sürmüş, ancak Safevi ve Osmanlı güçleri henüz karşılaşamamıştı. Osmanlı Ordusu'nda bazı güçlük ve kıtlıklar baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada, orduda seferden geri dönme düşüncesinde olanlar da vardı.[26] Yaşanan bazı olayları ve dillendirilen bazı rahatsızlıkları fark eden I. Selim, atına binerek askerlerine hitaben cesaret veren ve meydan okuyan bir konuşma yaptı. Geri dönmeye niyeti olmadığını söyleyen I. Selim, askerlerin söylediklerine uyan ve geri dönüş için kendisi ile görüşen Hemdem Paşa'yı çocukluğundan beri tanıyor olmasına rağmen ölümle cezalandırdı. Cesedi gömülmesi için Yeniçerilere verdirdi.[27] Osmanlı ve Safevi orduları Çaldıran Ovası'nda 2 Recep 920/23 Ağustos 1514 tarihinde karşılaştı. Osmanlı Ordusu'nun yaya kuvvetleri daha çok olmasına karşın, Safevi Ordusu'nun süvarileri fazlaydı. Ancak Safevi Ordusu'nda top yoktu; buna karşın Osmanlı'da topçu kuvvetleri bulunuyordu.[13] Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanmış olan Şükri-i Bitlisi'nin Selimnâme adlı eserinde; Safevi askerleri, kırmızı çubuğa dolanmış sarıklar, miğfer ve zırhla; Osmanlı Ordusu ise önde tüfek ve mızraklı dört yeniçeriyle zırhsız ve miğfersiz olarak resmedilmiştir.[28] 24 Ağustos'ta gerçekleşen savaşta Osmanlı kuvvetleri zafer kazanırken, Safevi'ler bozguna uğramıştır. Savaşın kazanılmasında Osmanlı ordusunda ateşli silahların olması belirleyici olmuştur.[29] Bu durum Safevîlerle sürekli mücadele halinde olan Özbeklerin de menfaatlerine olmuştur. Zaten daha önce Özbekler ile Osmanlılar arasında siyasi ilişkiler güçlenmiş ve ortak düşman Safevilere karşı müttefiklik kurulmuştu.[30]

Muharebe, Osmanlıların lehine sonuçlandı. Muharebede yaralanan ve atından düşen Şah İsmail, askerlerinden birinin atını ona vermesi ile savaş alanından kaçtı.[31] I. Selim yoluna devam ederek Tebriz'e girdi, bu olayı müteakip şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Yaşadığı ağır yenilginin ardından Şah İsmail eski saygınlığını yitirdi. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmadı. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti.

15 Eylül 1514'te Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almayı amaçlasa da şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gitmişti. Bundan önce Nahçivan'da iken askerlerin bazı köy evlerini yakmalarını vesile ederek, askeri kontrol etmede ihmalkâr oldukları söylemişti. Bu nedenden ötürü veziriazam Hersekzade Ahmed Paşa ve ikinci vezir Dukakinoğlu Ahmet Paşa azledildi.

Kışı Amasya'da geçiren Sultan Selim, ilkbaharda tekrar İran seferine çıkacağı için top ve cephaneyi Şarkı Karahisar’da bırakmıştır. Selim, Amasya'da oturduğu sırada Dukakinoğlu Ahmed Paşa'yı veziriazam ve defterdar; Piri Mehmed Paşa'yı da üçüncü vezir ilan etti. Ancak Dukakinoğlu'nun veziriazam olmasından 2 ay sonra, yine devlet adamlarının kışkırtmasıyla Muharrem 921/Şubat 1515 tarihinde yeniçeri ayaklanması oldu. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim ayaklanma sebebini araştırmış, sonuçta askeri ayaklanmaya teşvik ettiği ve ayrıca Dulkadiroğlu'yla ittifakı olup mektuplaştığı anlaşılan Sadrazam Dukakinoğlu Ahmet Paşa idam edilmiştir. Bu olay üzerine Selim bir süre veziriazamlığa kimseyi tayin etmemiştir.[13]

I. Selim, askerin vaziyeti sebebiyle İran üzerine tekrar sefer yapılamayacağından, emniyet sağlamak amacıyla doğu ve güney sınırlarına ait bazı yerleri ele geçirilmesi gerektiğine karar verdi.

Doğu ve güney sınırlarındaki önemli kale ve şehirlerin fethi

Sultan Selim Han öncelikle Kemah Kuşatması ile işe başlamıştır. Ardından İran Seferi sırasında, şah'a karşı savaşa katılması istenen, buna karşın Safevi ve Mısır Memlüklerine yardımda bulunan, ayrıca kendisine bağlı bazı aşiret reisleri de Osmanlı zahire kollarını vurduran Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin üzerine gidilmesine karar vermiştir. Dulkadiroğulları Beyliği'nin üzerine Şehsüvaroğlu Ali Bey yollanmış, 12 Haziran 1515'te kazanılan Turnadağ zaferi ile de beylik toprakları Osmanlı'ya geçmiştir.

Sultan I. Selim topuz ile, Topkapı Sarayı

Safevi Devleti'nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbakır'ın da alınmasına karar veren Sultan Selim, doğudaki cepheyi yeniden açarak serdarlığa da Bıyıklı Mehmed Paşa’yı getirmiştir. Osmanlı Devleti'ne gelmiş olan bilim adamı İdris-i Bitlisi’nin de yardımlarıyla harekete geçen serdar paşa, gerçekleştirdiği bir dizi çarpışmanın sonuncusu olan Koçhisar Muharebesi ile Safevi ordusunu imha etmiştir. Mardin de kuşatma sonucu Osmanlı topraklarına katılmıştır.[32] Böylelikle Urmiye, İtak, İmadiye, Siirt, Eğil, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizran, Meyyafarikin ve Cizre; Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu tarihlerde Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği'nin başında Mahmud Bey bulunuyordu. Bu zaferlerden sonra Osmanlı'yla yakınlaşan Mahmud Bey'i Memlük Devleti azletmiş, bunun üzerine Mahmud Bey de Yavuz Sultan Selim'e tabiiyetini resmen arz etmiştir.[33] Ramazanoğulları Beyliği kendiliğinden teslim olup Osmanlı'ya tabii olmasıyla Anadolu'da birlik sağlanmıştır.

Mısır Seferi

Mercidabık Savaşı

Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi'nin temsilî bir resmi, 1514-1516

Osmanlılar ile Memluklüler arasında, Fatih Sultan Mehmet devrinden beri süregelen anlaşmazlıklar bulunsa da İran Seferi, Memlük ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden olmuştur. Ayrıca Yavuz'un Safeviler'e karşı sefere çıktığını haber alan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırmıştı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği'ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki mevcut gerginliği daha da arttırdı. 1516 yılında Sadrazam Hadim Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memlüklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıkmış, 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştır. Memlûk Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur. Ancak, asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Halep yakınlarında Mercidabık'ta gerçekleşmiş, Memluk Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamamıştır. Savaş sonunda yaşlı Memlûk Sultanı Kansu Gavri atından düşerek ölmüştür. Bu sefer sonucunda Osmanlı'nın sınırları 5.200.000 km2ye çıkmıştır.[34]

Ridaniye Savaşı

28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim almıştır. Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir. 21 Aralık, 1516'da Sadrıazam Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Han Yunus Savaşı'nda Canberdi Gazali'yi yenmiş, böylece Filistin yolu açılmıştır.[35]

Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e girmiş ve Kudus'deki kutsal yerleri ziyaret etmiştir. Osmanlı ordusu 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girmiştir. Mercidabık Savaşı'ndan sonra Memlük Devleti'nin başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürmüştür. Tumanbay, Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştur. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü'nü 5 gün içinde şimdiki tank hızıyla (11 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye'de Memlük Ordusu ile karşılaşmıştır. Hemen sâhil yolunu bırakıp güneye şinâ çölüne doğru yönelip, hızla yol alıp Memlük Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Memlük Ordusu'nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirmiştir.

Memlûk Sultanı Tumanbay çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen 22 Ocak günü Ridaniye Savaşı'nı kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komut merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı sandığı Veziriazam'ın çadırına girdi ve Veziriazam Hadim Sinan Paşa öldürüldü. Bu suiskast baskınınında istenen hedefi bulamaması sonucu, Tumanbey savaş alanından kaçtı. Böylece 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanılmış oldu. Fakat bu savaş çok zayiatlı geçmiş ve her iki taraf da 25 bin kadar asker kaybetmiştir.[36]

24 Ocak 1517'de Kahire alınmıştır. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kahire'ye girmiş ve Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasi halifeliğine son vermiştir.[13][37] Kahire'yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden eline geçirmek niyetiyle 25 Ocak'ta Sultan Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlûklülerin affedileceğini ilan etti. Fakat Tumanbay ve ona yakın Memlûklü komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak 3 gün süren çok şiddetli savaştan sonra ele geçti ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kahire'ye girdi ve "Yusuf Nebi Tahtı"na oturdu. Memluklular Nil deltasında ve Yukarı Mısır'da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini elimine edip Tumanbey'i yakalamayı başardılar. 13 Nisan 1517'de Tumanbey Kahire kale kapısında asılarak idam edildi. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti yıkılmış, toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir.[36]

Memlük Sultanı Kansu Gavri

Bu seferde çok büyük ganimet elde edilmişti ve Mısır'daki Osmanlı ordusu erzak ve mühimmat gerektiriyordu. Sultan Selim İstanbul'a gemi ile haber göndererek 80 parça kadar gemi ve 20 parça kadırgadan oluşan bir filonun İstanbul'dan acele gönderilmesini istedi. Bu sırada İstanbul çok şiddetli bir kış geçirmekteydi; Haliç donmuştu ve İstanbul kaymakamı (muhafızı) Piri Paşa hemen istenilen filoyu gönderemedi. Hâlbuki tersanede çok sayıda yeni gemi, özellikle 6 top gemisi ve 5 at gemisi yapılmış hazır bekliyordu. Top gemileri o zamana kadar Tersane'de yapılan gemilerin en büyüklerinden olup her birine yirmi yedişer vukiyye demür atar darbezen topları yerleştirilmişti. Destek filosu ancak 26 Mart'ta İstanbul'dan yol almaya başladı. İskenderiye limanına ulaşan filo orada Sultan Selim için çok görkemli bir donanma gösterisi sergilediler. Ele geçen hazineler ve ganimet malları bu filoya yüklenerek 15 Temmuz'da İstanbul'a gönderildi.[35]

Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. Elde edilen ganimetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi dolmuştur. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler Osmanlı eline geçmiştir. Ayrıca Kıbrıs'taki Venedikliler Memlükler'e verdikleri vergiyi Osmanlılar'a ödemeye başlamıştır.[13][38]

Mısır'ın alınmasıyla Baharat Yolu da Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Devrin en önemli iki ticaret yolu İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı bu sayede Avrupa ülkeleri, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı duruma gelmiştir. Ancak Ümit Burnu'nun keşfi nedeniyle bu avantaj uzun sürmemiştir.[38]

Bunlara ek olarak, Mısır'ın Osmanlı hakimiyetine girmesi ve Tomanbay'ın ölümünden sonra; Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri'nin kendisine rakip olarak çıkardığı kardeşi Ahmed'in oğlu Kasım'ı ele geçirtmiş ve öldürtmüştür.

Şah İsmail'in elçi göndermesi

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Muharebesi'nden sonra Şah İsmail'in barış için yaptığı teklifleri kabul etmemiş olup, Doğu Seferi'ne devam etme amacını taşıyordu. Ancak, Şam'a geldiğinde Şah İsmail'in name ve hediyeleriyle elçilerini oraya gelmiş buldu; Şah İsmail'in barış yapma hususunda bu kadar istekli olması Mısır Seferi'nde sonra kendi üzerine bir başka sefer daha yapılmasını olası görmesiyle açıklanabilir. Şah İsmail yolladığı namesinde saygı dolu ifadeler kullanıp şöyle diyordu: "Sen birçok belde ve tebaaya malik oldun; bilhassa Mısır'ı almakla Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn unvanını aldın. Şimdi sen arzın İskender'isin; aramızda geçen geçmiştir; bir daha geri gelmez; sen memleketine git, ben de memleketime gideyim; aramızda Müslümanların kanlarını dökmeyelim, arzun ve maksadın ne ise onu ben yerine getiririm."

Sultan Selim askerin yorgun olması nedeniyle Şah İsmail'in üzerine gitmedi; bununla beraber Şah İsmail'den gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı tedbir almayı da ihmal etmemiştir. Yavuz, dönüş yolunda Mercidabık mevkine geldiğinde veziriazam Piri Mehmed Paşa'yı 2 bin yeniçeri ve bir hayli eyalet askeri ile Diyarbakır tarafına yolladı, kendisi de İstanbul'a hareket etti. Piri Mehmed Paşa bir süre Fırat Nehri kenarında kaldı; Şah İsmail'in hiçbir harekette bulunmaması üzerine verilen emir ile Edirne'de bulunan padişahın yanına geldi.[13]

Kızılbaş Celal Ayaklanması

Bozok Türkmenleri'nden ve Amasya'nın Turhal kasabası halkından Celal isminde tımarlı bir kızılbaş ayaklanarak 20 bin kişi toplayıp Tokat'a gelmişti. Bu hadisenin bastırılması için Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa görevlendirilmişti. Aynı zamanda Şehsüvaroğlu Ali Bey de olaydan haberdar edilmişti. Ferhad Paşa gelmeden önce; Ali Bey, Kızılbaş Celal'in üzerine yürümüş ve Celal'i mağlup etmiştir (924/1518).[13]

Batı Seferi hazırlığı

I. Selim'in yerine gelen oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın devraldığı Osmanlı İmparatorluğu sınırları, 1520

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'nden döndükten sonra donanmaya önem vermiş, hazırlık yapmaya başlamıştı. Bu hazırlığın ne tarafa olacağı henüz bilinmediğinden Venedikliler telaşlanmış, Kıbrıs adasına ait vergiyi vermekle beraber her ihtimale karşı adayı da askeri yönden takviye etmişler, ayrıca Avrupa'da müttefik aramaya başlamışlardı. Bununla beraber seferin ne tarafa gerçekleştirileceği muğlaktır. Ayrıca Papa X. Leo'nun Osmanlılara karşı sefer yapılması amacıyla çalışmaları olduğu da bilinmektedir. Papa, Osmanlı'ya karşı ittifak yapma amacıyla İspanya, Avusturya, Fransa ve İngiltere devletleriyle görüşmekteydi. Donanmadaki hazırlığın esasen, olası bir Haçlı Seferi'ne karşı denizde de üstün olmak amacıyla yapılmış olması olasıdır.[13][38]

Bir kısım devlet ileri geleni de Rodos'un fethi konusunda Sultan Selim'i teşvik ediyordu. Ancak Selim adanın zaptı için hazır bulunan dört aylık levazımı yeterli bulmamıştı. Daha önce Fatih Sultan Mehmed tarafından da kuşatılan Rodos'un, fethedilmesinde yine başarısız olunmasını istemediğinden dolayıdır ki Sultan Selim çok daha iyi hazırlanılması emretmiştir.

Yavuz Sultan Selim, donanma faaliyetleriyle beraber yapacağı seferin yönü hakkında kesin kararı vermeden önce Edirne'ye gitmeye karar vermiştir. Mısır Seferi'nde sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla VeziriazamKapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.[13]

Ölümü ve tarihe bıraktıkları

Yavuz Sultan Selimi ölüm döşeğinde gösteren bir Osmanlı minyatürü, Selīm-nāme, 16. yüzyıl

Yavuz Sultan Selim'in saltanatı kısa sürmüş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsaneye göre; hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflasına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir.[35]

Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla VeziriazamKapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban,Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can'a sırtına bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdarın sırtına sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim'in sırtına bakmış ve henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can: "Pâdişahım, büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak caiz değildir, bir münasib merhem koyalım" demiş, bunun üzerine Sultan Selim "Biz Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim" cevabını vermiştir. O geceyi ızdırap içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik" deyip çıbanın macerasını anlatınca Hasan Can "neredeyse aklım başımdan gidiyordu" diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde 2 Şaban 926/Ağustos 1520 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.

I. Selim'in Yavuz Selim Camii avlusunda bulunan türbesi, Fatih, İstanbul

Yavuz, Çorlu'da 40 gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne'de bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 926/1520 yılında 8 Şevval'ı 9'una/21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde ölmüştür. Sultan Selim'in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman'ın 11 Şevval tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim'in vefatı ve yeni padişahın İstanbul'a geldiği ilan edilmiştir.

Devlet erkânı, derhal İstanbul'a gelip yeni Padişah'ı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Süleyman tarafından yaptırılmıştır.[38]

Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden öldüğünde oğluna, dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kanunî Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirmiştir.[35]

Halifelik

Yavuz Sultan Selim'in tartışmalı portresi. Bugün birçok tarihçi bu küpeli resmin Şah İsmail'i tasvir ettiği iddia etmektedir.[39]

Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hakimiyetine girmişti. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler (Emanet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir.

Yavuz Sultan Selim'in, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlûk halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devraldığı Yavuz Sultan Selim dönemindeki eserlerde yer almadığı ve daha sonra 18. yüzyılın sonlarında kaleme alınan bir yabancı eserde yer aldığı ve buradan diğer eserlere geçtiği söylenir.[40] Bazı tarihçiler ilk halife olmadığını, daha önceki padişahların da halife unvanını kullandıklarını ve Ayasofya Camii'nde merasim yapılmadığını söylemişlerdir.[41] Kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiş, Kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Haremeyn-i Şerifeyn), yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı unvanını devralmıştır.[42]

O dönemde halife olan III. Mütevekkil İstanbul'a taşınmış ve ömrünün sonuna kadar orada Osmanlı koruyuculuğunda, siyasi yetkiye sahip olmadan yaşamıştır. Her ne kadar Hilâfet Osmanlı sultanlarına geçse de, halife sıfatı Osmanlı belgelerinde sıkça kullanılmış değildir. Hatta şaşaalı bir elkap kullanan Kanuni Sultan Süleyman gibi bir sultanda dahi halife unvanına rastlanmaz.[43]

Resmi olarak ilk kez Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Padişahı, halife olarak Rus idaresine giren Kırım Müslümanlarının koruyucusu olarak gösterilmektedir.[44][45] Osmanlı'da hilafet iddialarının kurumsallaşıp oturması ancak Sultan Abdülmecid ile başlayacak ve Sultan II. Abdülhamid ile gelişecektir.[44]

Bazı araştırmacılar Yavuz'un kulağına küpe taktığı ve bunun Mısır Seferi zamanına dayandığını iddia etmektedir. Ancak bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bazı tarihçiler Sünni mezhebinin İslam Hukukunda erkeklere caiz olmayan küpeyi ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim'in takmasına ihtimal bile vermezken, bazı tarihçiler ise bunun gerçek olduğu ve bazı sebeplere dayandığını iddia etmektedir.

Yavuz'un kulağına küpe taktığına inanan tarihçilerden çoğu bunun İslami bir gönderme olduğunu savunmaktadır. Bunu şöyle ifade ederler: "Yavuz, Kahire Camisi'ne girdiğinde Kahireliler ona Hakimü'l-haremeyn (Mekke ve Medine'nin hakimi) sıfatını verirler ama o bu sıfatı kabul etmez ve "'Ben olsam olsam Hadimü'l-haremeyn (Mekke ve Medine'nin hademesi) olabilirim" der. Bu olay üzerine o dönemde hademelerin taktığı küpeyi ister ve kulağına bu işareti, hademelerin taktığı küpeyi geçirir." Diğer bir görüşe göre ise Mısır Seferi'nde kulaklarında küpesi olan insanları görüp "Bu insanlar neden küpe takıyor?" diye sormuş ve "köle (kul) oldukları için" cevabını almış ve bunun üzerine "Biz de Allah'ın kuluyuz!" diyerek küpe takmaya başlamıştır. Bunu şöyle açıklarlar: "Taktığı küpe o dönemde köleler tarafından takılan cinstendi, o da kendisini Allah'ın kölesi, kulu olarak görüyordu bunu da kölelerin taktığı küpelerden takarak ifade etmiş oluyordu."

Bu görüşe katılmayan tarihçiler ise Yavuz'un küpe takmadığını, böyle resimlerin Yavuz döneminden uzun süre sonra yapıldığını ve gerçeklik değerinin olmadığını savunmaktadır. Zira Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce, "Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?" dediğini biliyor ve onun şahsî hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir padişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak küpe yoktur." Yine aynı görüşe sahip bazı tarihçilere göre ise bu küpeli resim Şah İsmail'e aittir. Bu görüşün nedenini ise şöyle ifade ediyorlar: "Başında Şii mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şî’a mezhebinde câiz görülmektedir."[46][47]

Islahat çalışmaları

Askeri alanda ıslahatlar

Dulkadiroğlu Beyliği'nin ilhakından sonra İstanbul'a dönen Sultan Selim, gerek Çaldıran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafından yapılan yağma, serkeşlik ve isyan hareketleri üzerine bazı tedbirler alıp derhal uygulamaya koyma zaruretini duymuştur. Askeri tam bir disiplin altına alıp Yeniçeri Ocağı'nı ıslâh etmek amacıyla, Ocak üzerinde an'ane gereğince büyük bir nüfuzu bulunan Ocak ihtiyarlarını huzuruna çağırarak Amasya'daki itaatsizliğin müsebbiblerinin kimler olduğunu sormuştur. Bunlar, yine Ocak anlayış ve yardımlaşması gereği olarak "Cümlemüz mücrimüz, devletlû Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz" diye cevap vermişlerdir. Padişahın devlet ricalini bu yolla sorguya çekmesi sonucu ortaya bir takım isimler çıkarmış; bunlardan Kadıasker Tacizade Cafer Çelebi, ikinci vezir İskender Paşa ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa'nın da dahil olduğu devlet adamları isyan teşvikçileri olduklarından idam edilmiştir. Bunu müteakip Sultan Selim, Yeniçeri Ocağı'nın ıslahı için, ihtiyarlarla anlaşıp bazı tedbirler almıştır. Buna göre, bundan böyle Yeniçeri Ağası saray tarafından, Ocak Erkân-ı Harbiyesi de saltanat makamınca tayin edilecekti. Bu suretle, yüksek kumanda heyetini, daha sıkı bağlarla saltanat makamına bağlamıştır.

Donanma faaliyetleri

İstanbul'un fethinden beri orada hala esaslı bir tersane yapılmamıştı. Bizans İmparatorluğu zamanından kalma, bir kadırga tersanesi ve Haliç'te küçük bir tersane olsa da; kadırga tersanesi bakımsızlıktan kullanılmayacak durumda, Haliç'teki ise ihtiyacı karşılayamayacak kadar küçüktü.

Osmanlı Donanması'nı geliştirmek isteyen Yavuz Sultan Selim, Ağustos 1518'de Edirne'ye gitmeden bu doğrultuda İstanbul'da Frenklerin tersanesine eş bir tersane yapılmasını emretmiştir. Bunun için Haliç'te önceden Bizans tersanesi olan yerde yapılması uygun görüldü. Ancak burası uzun zamandır terk edildiğinden, mezarlık olmuştu. Bu mezarlıktan tersane olacak kadar bir yer ayrıldıktan sonra çıkarılan ölü kafaları ve kemikleri uzun hendekler kazılarak oraya gömüldü. Ayrıca hendeklerin başına mezar olduğunu belirtmek için baş ve ayak uçlarına işaret konulmuştu. Böylece tersane gözleri 160'a çıkartıldı. Selim tersaneyi daha da büyüterek, Galata'dan Kâğıthane deresine kadar büyüterek 300 kadar inşaat tezgâhı yapmayı amaçlasa da bu amacını gerçekleştiremeden ölmüştür. Yavuz Sultan Selim zamanında devlet merkezinde kurulan Haliç Tersanesi Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar kullanılmaya devam etmiştir.[13]

Donanma geliştirilmesi için hazırlıklar da aynı zamanda devam etti. Her biri 700 tonluk 150 gemi için Arap kürekçiler getirtildi. Memlûkluların Kızıldeniz donanmasının komutanı olan Selman Reis İstanbul'a çağrıldı. Kısa zamanda İstanbul ve Gelibolu tersanelerinde 250 gemilik bir donanma hazırlandı. Rodos Sen Jan Şövalyelerinin reisi bu hazırlıkların Rodos'a yönelik olmasından korkarak savunma önlemlerini artırdı. Fakat bu donanmayı bir sefer için kullanmaya Sultan Selim'in ömrü yetmedi.[35]

İmar faaliyetleri

Yavuz Sultan Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmed zamanında kullanılan Haliç Tersanesi'ni kapasite olarak arttırmıştır. Konya'da Mevlevi Tekkesi'ne su getirtmiştir. Medreselerin yanında, sosyal ve ticari alanda hizmet verecek birçok bina inşa ettirmiştir. Hayatı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fatih Paşa ve Elbistan Ulu Camii'ni inşa ettirmiştir. Ayrıca Şam Salihiye'de Muhyiddin İbn Arabi'ye camii ve imaret inşa ettirmiş, ayrıca Muhyiddin İbn Arabi'nin türbesini de bulup yaptırmıştır. I. Selim, 1516'da Şam'a Şam Sultan Selim Camii'sini yaptırmıştır. Ayrıca Mısır Seferi sırasında Hind ve Çin haritalarını da yaptıran Selim'e, Piri Reis tarafından 1513 yılında tamamlanan harita 1517 yılında Mısır'da Piri Reis'in kendisi tarafından sunulmuştur. Temelini attırdığı İstanbul Sultan Selim Camii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş; bu eser oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır.[38][48] Sultan Selim bunlara ek olarak 1514 yılında İstanbul'da Yavuz Sultan Selim Cüzzamhanesini yaptırmıştır.[49][50]

Edebi eserleri

Arapça ve bilhassa Farsçaya çok hakim olan Selim'in, kendi el yazısı ile Selimî mahlasıyla yazılmış olan Farsça manzumeleri günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunmaktadır. Farsçanın yanında Türkçe şiirleri de bulunan Selim'in, Farsça olan Divân'ı 1306 yılında İstanbul'da basılmış olup, 1904 tarihinde de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in emri ile Paul Horn tarafından Berlin'de yeniden nesredilmiştir.[38]

Şah İsmail ile ilginç diyalogları

Yavuz Sultan Selim (sol) ve Safevi Devleti Şahı I. İsmail'in (sağ) bilinmeyen Avrupalı ressamlar tarafından yapılmış portreleri

Yavuz Sultan Selim, İran Seferi'ne çıkmak için 19 Mart 1514 tarihinde Edirne'den İstanbul'a hareket etmişti. Bir ay sonra Üsküdar'a geldiğinde, Şah İsmail'in halifelerinden olan Kılıç adında biri vasıtası ile Şah'a Farsça name gönderdi. Sultan Selim, İzmit'ten gönderdiği hicri takvime göre 920 Safer tarihli mektubunda: Şah'ın Müslümanlığa uygun olmayan hareketlerinden, mezaliminden bahis ile kendisinin Müslümanlığı takviye ve mezalimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini, yaptığı işler nedeniyle katline fetva verildiğini ve kılıçtan evvel İslamiyeti kabul etmesi lazım geldiğini ve atlarının Safer ayında İstanbul'dan hareket ettiğini ve bizzat muharebeye hazır olacağını bildirmişti. Yavuz mektubunda şöyle diyordu: "Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezası katlidir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz." Elçi Kılıç, Şah İsmail'i Hemedan'da bularak mektubu vermiş, o da muharebeye hazır olduğunu bildirmiştir. Şah'ın bu cevabı Osmanlı ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfi Paşa tarihine göre Şah İsmail mektubu getiren Kılıç'ı öldürtmüştür.[13][51]

Şah İsmail, muharebeye hazır olduğunu belirten mektubunda: "Er isen meydana gelsin, biz de intizardan kurtuluruz" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiyle, yaşmak yollamıştır. Yavuz bu mektuba cevabını 920 Cemaziyelevvel sonunda Erzincan'dan yollamıştır. Yavuz bu mektubunda Şah İsmail er meydanına davet ediliyor ve hala kendisinden bir eser olmadığı beyan ediliyordu. Şah İsmail bu mektuba cevap olarak; gerek II. Bayezid zamanındaki ve gerek kendisinin Trabzon valiliğindeki dostluklarından bahsederek aradaki düşmanlığın neden ileri geldiğinin bilinmediğini, Osmanlı Hanedanıyla kadim dostluklarından ötürü Timur zamanındaki gibi fena bir neticenin olmasını istemediğini beyan etmektedir. Ayrıca Yavuz'un mektubunda hakaretvari tabirlerden şikayet ile mektup yazan kâtiplerin yazılarını afyon tesiriyle yazdıkları için bir altın hokka ile afyon macunu yolladığını da mektubunda belirtmiştir. Şah İsmail'in afyon macunu yollaması yoluyla, II. Bayezid'ın afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğu ima edilmektedir.[13]

Yavuz Sultan Selim bu ağır mektuba ağır cevap vermiştir: "Davete icabet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleket onların nikahlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden 40 bin kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vazgeçesin." Yavuz bu mektubuyla beraber Şah İsmail'in gönderdiklerine karşılık kendisinin kökenini telmihen hırka, şal, asa, misvak ve şedden (kuşak) ibaret tarikat levazımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmail'in dervişlikten geldiğine gönderme yapmıştır.[13]

Alevi katliamı iddiası

Bir iddiaya göre Yavuz Sultan Selim'in talimatıyla Anadolu'da bir Kızılbaş katliamı yapılmıştır.[52] Bazı kaynaklar bu katliamda öldürülen insanların sayısının 40 bin olduğunu ifade eder.[53] Alevilerin öldürüldüğü görüşünü destekleyenler Yavuz Sultan Selim döneminin şeyhülislamı olan Müftü El Hamza'nın 1512 tarihli Kızılbaşlarla ilgili bir fetvasını yapılan katliamların izni olduğuna inanmaktadır.[54][55] Bu fetvada, kızılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vacip olduğu söylenmiştir.[54][55]

Bazı akademisyenler ise bu iddianın gerçeklikten uzak olduğuna inanır. Tarihçi Mustafa Akdağ, "Yavuz Sultan Selim'in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40 bin kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunluydu." diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir.[56]

Sayıyı abartılı bulan bir diğer akademisyen tarihçi Robert Mantran şöyle ifade eder: "Göründüğü kadarıyla, bu "büyücü avı", özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40 bin Alevi'nin öldürülmesi efsanesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu."[57]

Safevi döneminde bir Kızılbaş süvari

Konu hakkında akademisyen tarihçi Feridun Emecen ise şunu ifade etmektedir: “40 bin rakamının abartılı olduğu veya bir hacmi belirtmek üzere yuvarlak bir sayıyı işaret ettiği söylenebilir. Bu gibi rakamları gerçek addedip ona göre yorumlarda bulunmak doğru bir yaklaşım olmaz.” Emecen’e göre bu rakamlar doğru bile olsa o devrin imkânlarıyla bir yıl gibi kısa bir sürede ve geniş bir alanda 40 bin küsur kişinin sayımının yapılıp merkeze gönderilmesi, yargılanmaları, ardından da suçlu bulunanların defterlerinin tekrar ilgililere (hakimlere) yollanarak isimleri yazılı olanların katlinin gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir. Emecen mahkeme kayıtlarından yola çıkarak şu sonucu çıkarmıştır: “Şah İsmail’in mektuplarıyla yakalanan Safevi halifeleri, bunlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde temas kurdukları tarikat şeyhlerinin bazıları ve âsi elebaşıları şiddet uygulanarak katledilmiştir, fakat bunun sistemli bir “Kızılbaş temizliğine” dönüştüğünü söylemek büyük bir yanılgıdır.”[58]

Akademisyen tarihçi Erhan Afyoncu'ya göre ise, Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran Seferi boyunca infazlar gerçekleştirdiği doğrudur; ancak bu infazlarda II. Bayezid döneminde etkileri yeteri kadar anlaşılamayan ve çoğalan Safevi propagandacıları ve ajanları öldürülmüştür. Bu dönemde göçebe Türkmen nüfusu karizmatik ve ilahi güçlere sahip olduğuna inanılan Şah İsmail'in vaatleriyle cezbedilmekteydi. Anadolu'da tersine bir göç hareketi başlıyor ve İç - Doğu Anadolu bölgesi sınır ötesine, İran'a kayıyordu. Bu kabul edilemezdi. Göçebe Türkmenleri yerleşik hayata geçmeye zorlayan Osmanlı devlet politikasına karşılık Şah İsmail, göçebelerin başına buyruk yaşaması gerektiğini ve vergi alınamayacağını iddia ediyordu. İslamiyeti yaşam tarzları nedeniyle yeteri kadar yaşayamayan ve yerleşik hayatı kendilerince tehdit olarak algılayan göçebe Türkmen nüfusu Şiiliğin esnek yapısını kendilerine daha uygun buluyor, propaganda böyle yapılıyordu. Ayrıca Safevilerin Şiiliğe direnen Sünnileri öldürdüğü iddiaları da İstanbul'u rahatsız ediyordu. Anadolu'daki Sünni birlik artan Şii sempatizanlarıyla büyük bir risk altındaydı. Yavuz Sultan Selim'in hedefi bu propagandayı yapanlardı ve mesele bir devlet güvenlik meselesiydi.[59]

Afyoncu'ya göre ölümler hiçbir zaman bu abartılı sayılara ulaşamazdı ve ulaşmamıştır da. 40 bin kişinin ölümü binlerce köyün ortadan kaldırılması demektir ki bu, Anadolu'nun sosyo-ekonomik ve demografik yapısının altüst olması anlamına gelir ve gizlenemezdi. Bu katliamı da sadece bir ordu yapabilirdi. Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi kayıtlarında ordunun ilerleyişi tüm ayrıntılarıyla görülmektedir. Ayrıca Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkışı ve Çaldıran Savaşı arasında geçen süre de böyle bir katlim için yetersiz bir süredir. Kaynakların hiçbirisinde böyle ağır bir tahribata rastlanmamaktadır. Sayılar mantıksız ve gerçek dışıdır.[59]

Ailesi

Eşleri

  1. Ayşe Hafsa (Hâfize) Valide Sultan - I. Süleyman, Hatice Sultan, Fatma Sultan ve Hafsa Sultan'ın annesi.
  2. II. Ayşe Hâtûn - Şah Sultan, Beyhan Sultan ve Hafize Sultan'ın annesi.

Not: I. Selim'in dört eşi olduğu belirtilmektedir.[60]

Erkek çocukları

  1. Kanunî Sultan Süleyman
  2. Orhan. Küçük yaşta ölmüştür.
  3. Musa. Küçük yaşta ölmüştür.
  4. Korkut. Küçük yaşta ölmüştür.
  5. Uveys

NOT: I. Selim'in, küçük yaşta ölen oğullarının olduğu bazı kaynaklarda[23] belirtilirken, bazıları[13][61] bu çocukların varlığından bahsetmemektedir. Bu konuda muhtelif görüşler vardır.

Kız çocukları

  1. Hatice Sultan, İskender Paşa'nın eşi. 2. eşinin Pargalı İbrahim Paşa olduğu bazı kaynaklarda iddia edilse de bu bilgi tartışmalıdır.
  2. Beyhan Sultan, Ferhad Paşa'nın eşi.
  3. Fatma Sultan, Mustafa Paşa, Kara Ahmed Paşa ve Hadım İbrahim Paşa'nın eşi.
  4. Şah Sultan, (ö. 1572). Lütfi Paşa'nın eşi, boşandılar. Yeni Şah Sultan olarak da bilinir.
  5. Hafize Sultan, (ö. 10 Temmuz 1538) Dukakinoğlu Ahmed Paşa ve Boşnak Mustafa Paşa'nın eşi.

Not: Kız çocuklarının sayısının 9 olduğu söylenmektedir.[60]

Selimnameler

Osmanlı devleti döneminde Türk edebiyatında "Selimname" adı verilen I. Selim dönemnin tarihini anlatan şiir ve nesir eserleri hazırlanmıştır. Selimnamelerin bazıları bu padişahın doğumundan ölümüne kadar hayatını anlatmakta, diğerleri ise sınırlı olarak hayatının belirlenmiş bir dönemini anlatmaktadırlar. Selimnameler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmışlardır. Burada bu Selimnamelerin bir bibliyografyası verilmektedir.[62]

Yayınlanmış

  • İdris-i Bitlisi, (ed. Hicabi Kırlangıç), (2001) Selim Şahname, Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları.
  • Şükrî-i Bitlisî, (ed. Mustafa Argunşah), (1997) Selim-name, Kayseri:Erciyeş Üniversitesi Yayınları.
  • Şükrî-i Bitlisî, (ed. Ahmet Uğur, Mustafa Çuhadar ve Ahmet Gül), (1995),Selim-name, İstanbul: İsis Yayınları.
  • Hadidi, (ed. Necdet Öztürk), (1991) Tevarih-i Al-i Osman (1299-1524), İstanbul: s.356-419.
  • Haydar Çelebi, "Haydar Çelebi Ruznamesi", ed. Y. Senemoğlu, İstanbul, n. d. Friedrich Giese, (ed. ve tr.çev) 1922-25; "Tevarih-i Al-i Osman" as Die altosmanischen anonymen Chroniken, 2 vols., Breslau,
  • Haydar Çelebi, (ed. Nihat Azamat), (1992) Haydar Çelebi Ruznamesi İstanbul, s.132-40.
  • Celalzade Mustafa Çelebi, (ed. Ahmet Uğur ve Mustafa Çuhadar) (!990) Selim-name, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
  • Kemal Paşa-zâde, (ed. Şefaettin Severcan) (1996), Tevârih-i Âl-i Osman, X. Defter, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
  • İbn Kemal (ed. Ahmet Uğur), (1987) Tevârıh-i Âl-i Osman, İzmir: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
  • İbn Kemal (ed. Şerafettin Turan) (1991), Tevârih-i Âl-i Osman VIII. Defter, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
  • Lütfi Paşa, (ed. K. Atık), (2001) Tevarih-i Āl-i Osman, Ankara:, s.197-244.
  • Hoca Sadeddin Efendi (ed. İsmet Parmaksızoğlu) (1992) Tacü't-Tevarih, C.IV (3.bas.), Eskişehir: Kültür Bakanlığı s.123-367.
  • Sarıca Kemal, (ed. Necdet Öztürk) () Salatin-name, Ankara, s.168-79.
  • Yusuf bin Abdullāh, "Tarih-i Al-i Osman", ed. Efdal Sevinçli (1997) "Bizans Söylenceleriyle Osmanlı Tarihi: Tarih-i Al-i Osmān, İzmir, s.235-71.
  • Parmaksızoğlu, İsmet (1953), “Üsküplü İshak Çelebi ve Selimnâmesi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Ç. III, Sayı 5-6 (Eylül 1951-Mart 1952), İstanbul, s.123-134.
  • Speiser, Marie Thérèse (1946), Das Selimname des Sa'dî b. Abdül-Müte'âl (ubersetzung), Zürih,
  • Steidl, A. (1942), "Die Wiener Handschrift des Selimî-nâme von Şükrî", Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Viyana, s.180-233.
  • Tekindağ, M. C. Şehabeddin (1970), "Selim-nâmeler", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Entitüsü Dergisi, Sayı: 1 (Ekim 1970), İstanbul, s.197-230.
  • Babinger, Franz (cev. Çoskun Üçok) (1982), Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Ankara:Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayinlari.
  • Levend, Agâh Sırrı (1956), Gazavât-nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey'in Gazavât-nâmesi, Ankara.:

Yayınlanmamış tezler

  • Belgen, Abdüsselam (1987), Adâ'î-yi Sîrâzî ve Selîm-nâmesi [Araştırma, Metin ve Çeviri], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara [Yayımlanmamış doktora tezi].
  • Çuhadar, İbrahim Hakkı (1988), Sucûdî'nin Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi].
  • Kökoğlu, Ali (1994), Kemal Paşa-zâde'nin Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi].
  • Savaş, Hamdi (1986), İshak Çelebi ve Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri [Yayımlanmamış doktora tezi].
  • Severcan, Şefâettin (1988), Keşfî'nin Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi].

İsmi bilinen diğer Selimnameler

  • İznikli Derunî’nin Muharebât-ı Selim-i Evvel bâ Şâh. [Babinger (1982).s.61; Levend (1956) s. 33]
  • Niğdeli Hakî’nin Selimnamesi [Babinger (1982).s.61]
  • Kadızade (Kebir b. Üveyz)’nin Selimnamesi [Tekindağ (1970): s.218-219]
  • Hayatî’nin Selimname ve Şahname eserleri [Babinger (1982) s.61]
  • Muhyî’nin Selimnamesi [Tekindağ (1970): s.212]
  • Seyyid Mehmed’in Selimnamesi [Tekindağ (1970): s.229]
  • Şîrî’nin Selimnamesi [Tekindağ (1970): s.220-222]
  • Şuhudî’nin Şahnamesi, [Babinger (1982) s.61; Tekindağ (1970): s.229]
  • anon. Tarihü’s-Sultan Selim Han: [Levend (1956) s.32)
  • anon. Kıssa-i Murarebe-i Kızılbaş: [Levend (1956) s.32)
  • anon. Fetihname-i Diyar-ı Arab [Levend (1956) s.32)
  • Arifî’nin Selimnamesi: [Levend (1956): s.31]
  • Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi’nin Selimşahnamesi. [Tekindağ (1970): s.226-228]
  • Ali b. Muhammed el-Lahmî’nin Selimnamesi [Tekindağ (1970): s.219-220]
  • Es-Şeyh el-Muhaddis Carullah b. Fahdi’l-Mekkî’nin Selimnamesi (Tekindağ (1970): s.230]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s.67
  2. "Arşivlenmiş kopya". 5 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Aralık 2013.
  3. "The Imperial House of Osman 4". 15 Haziran 2006 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Ekim 2014.
  4. Yavuz Bahadıroğlu, Resimli Osmanlı Tarihi, Nesil Yayınları, 15. Baskı, sayfa 157, 2009, ISBN 978-975-269-299-2.
  5. İbrahim Solak. 916 H. / 1510 M. Tarihli Alaüddevle Bey Vakfiyesi. Tam metin 12 Temmuz 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  6. Yard. Doç. Dr. Remzi KILIÇ, Trabzon Valisi Şehzade Selim ve Faaliyetleri,Niğde Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yeniçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Tam metin 18 Eylül 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  7. "Yard. Doç. Dr. Remzi KILIÇ, Trabzon Valisi Şehzade Selim ve Faaliyetleri, Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yeniçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi". 18 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Eylül 2008.
  8. Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler s.464,472. ISBN 979-975-6199-06-9
  9. Tektaş, Nazım (2007). "Yavuz Sultan Selim". Çadırdan Saraya, Saraydan Sürgüne Osmanlı. Yeni Şafak Gazetesi. s. 164. ISBN 975-7645-70-2.
  10. Celalzade Mustafa, Selimname sf:446 ISBN 975-17-0645-9
  11. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt II. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. baskı. s.233-248. ISBN 975-6945-11-7 ISBN 975-6945-13-3
  12. Halil İbrahim İnal, Osmanlı Tarihi Nokta Yayıncılık s.176,179 ISBN 9944-174-37-4
  13. Hammer,Osmanlı Tarihi Cilt II sf:380
  14. Yılmaz Öztuna,Yavuz Sultan Selim sf:39 ISBN 975-00981-1-0
  15. Yunus Koçak. Yeniçeriliğe İlk İntisap Edenler Tam metin 11 Ocak 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  16. Hammer,Osmanlı Tarihi Cilt I İlgi Kültür Sanat Yayınları sf:385
  17. Bahadıroğlu, Yavuz (2009). "Yavuz Sultan Selim". Resimli Osmanlı Tarihi. Nesil Yayıncılık. ss. 131-157. ISBN 978-975-269-299-2.
  18. Chambers, Richard. "THE OTTOMAN EMPIRE The Classical Age, 1453-1600". Turizm.net. 27 Mayıs 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ocak 2010.
  19. Pr. Dr. Ahmet Mumcu. Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl. S. 96 ISBN 9944-931-14-4
  20. http://www.lifeinbursa.com/tarihx/442/25/sehzade_mahmut_turbesi_osmangazi).htm 25 Ekim 2010 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. . Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  21. Yavuz Sultan Selim. Osmanlı Araştırmaları Vakfı. osmanli.org.tr 22 Aralık 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Son erişim tarihi:25 Ocak 2009.
  22. Ahmet Refik Altınay. Osmanlı Zaferleri. Timaş yayınları, 2007. ISBN 975-362-219-8
  23. De Lamartine, Alphonse. Osmanlı Tarihi, İstanbul, Toker yayınları, 1992
  24. Ercan, Yavuz. Yavuz Sultan Selim Dönemi, Osmanlı Tarihi 5, Ankara, 2002
  25. Bostanzâde Yahyâ Efendi, Tuhfetü'l-ahbâb: Târîh-i Sâf, Milliyet Yayınları, s. 85.
  26. Dr. Yıldıray Özbek. Şükrî-i Bitlisî Selimnâmesi Minyatürleri. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı:17, Yıl:2004/2 (151-193 s.) Tam metin
  27. Norman Housley. The Later Crusades, 1274-1580: From Lyons to Alcazar. Oxford University Press, 1992, s.120. ISBN 0-19-822136-3; ISBN 978-0-19-822136-4. Tam metin
  28. Yard. Doç. Dr. Remzi Kılıç. Yavuz Sultan Selim Devri (1512 - 1520) Osmanlı-Özbek Münasebetleri. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi:1, Bişkek-Kırgızistan, 2001, ss. 88-102. Tam metin
  29. Hammer, Joseph, Von. Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Çev: Mehmet Ata, Abdülkadir Karahan, İstanbul, 1990.
  30. Prof.Dr. Mehmet Bayraktar Kutlu Müderris İdris-i Bitlisi Biyografi Net Yayınları ISBN 975-00394-7-5
  31. http://www.enfal.de/starih45.htm Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  32. Şahiner, Atilla (2008). "Sultan (I.) Selim (Yavuz)". Osmanlı Tarihi. Lacivert Yayıncılık. s. 107. ISBN 978944759021.
  33. Sakaoğlu, N. (1999), Bu Mülkün Sultanları. İstanbul, Oğlak Yayınları s.123. ISBN 975-329-299-6
  34. s.123
  35. enfal.de Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  36. enfal.de
  37. "Yavuz Sultan Selim'in sandığımız bu resim aslında kimin?". 27 Ağustos 2010. 1 Eylül 2010 tarihinde kaynağından arşivlendi.
  38. İslam Ansiklopedisi, cilt: 17,  sayfa: 546
  39. İlber Ortaylı, 19:40 vd. https://www.youtube.com/watch?v=LyQjFyR1au4
  40. Dr. Aybars Pamir. Osmanlı Egemenlik Anlayışında Senedi İttifak'ın Yeri. Yıl 2004 C.53 Sa.2 sayfa.61-82. Tam metin 17 Kasım 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  41. Ortaylı, İlber. Batılılaşma Yolunda s.140,150. ISBN 978-9944-86-007-9
  42. s.150
  43. Mustafa Oral. Ulusal Bağımsızlık Savaşı Yıllarında Türkiye'de Hilafet ve Saltanat Sorunu s.158 Tam metin
  44. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk. Bilinmeyen Osmanlı s.147 ISBN 975-7268-28-3
  45. http://malumat.wordpress.com/2007/04/14/yavuz-sultan-selim-kupe-takti-mi/ Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  46. Cemal Göçmen. Universal Transverse Mercator ve Lambert'in Açı Koruyan (Konform) Projeksiyonu Hakkında Eleştirel Bir Derleme. MTA Dergisi, 134, 41-58, 2007. Tam metin 11 Ocak 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  47. Yusuf Öztürk. Türkiye'de Sağlık Hizmetleri Tam metin 27 Ocak 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  48. Akat, Yücel (2007). "Yavuz Sultan Selim Camii". İstanbul (Türkçe). Keskin Color Yayıncılık. s. 86. ISBN 978-975-6691-20-5.
  49. http://ozturkler.com/data/0004/0004_107.htm Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  50. http://www.alevi.dk/ENGELSK/THE_ALEVI_OF_ANATOLIA.pdf 24 Ocak 2011 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Son bakılma tarihi:20 Kasım 2008.
  51. Müneccimbaşı Ahmet Dede. Müneccimbaşı Tarihi (Sahaif–ül–ahbar fî Vekayi–ül–a'sâr). Arapça aslından Türkçeleştiren: İsmail Erünsal; Tercüman 1001 Temel Eser No 37. 2. Cilt. İstanbul: Tercüman Yayınları, 1974, s. 457
  52. MC Şehabeddin Tekindağ. Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi İ.Ü.Ed.Fak. Tarih Dergisi sayı 22 s.17. 1968
  53. Gülağ Öz. İslamiyet Türkler ve Alevilik. s. 188, 1999 Ankara ISBN 975-7059-02-1
  54. Prof. Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2.cilt, Tekin Yay., 1979, s. 154
  55. Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I/Osmanlı Devletinin Doğuşundan XVIII. Yüzyılın Sonuna Cem Yay. 1995, s. 173 ISBN 975-406-562-4
  56. [Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yay., 2010 s.110]
  57. Erhan AFYONCU, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, "Yavuz Sultan Selim" maddesi
  58. Oğuz Çetinoğlu Kırım Hanlığı Kronolojisi (Beşinci bölüm). Bahçesaray Dergisi, 35. sayı. Eylül - Ekim 2012 . s.17. ISSN-1304-7744 . Tam metin 2 Nisan 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  59. Özdamarlar, Metin (2009). "Tek Oğul". Zirvede Tek Başına. Timaş Yayıncılık. s. 4. ISBN 978-975-263-887-7.
  60. Selimnameler hakkında çok ayrıntılı bir sıralama Mustafa Argunşah'ın şu makalesinde verilmektedir. Mustafa Arguntaş (2009), "Türk Edebiyatında Selimnameler", Turkish Studies C.4/8 Sonbahar 2009.

Dış bağlantılar

I. Selim
Doğumu: 10 Ekim 1470 Ölümü: 22 Eylül 1520
Resmî unvanlar
Önce gelen
II. Bayezid

Osmanlı Sultanı

25 Nisan 1512 – 22 Eylül 1520
Sonra gelen
Kanunî Sultan Süleyman
Hak iddia edilen unvanlar
Önce gelen
II. Bayezid
İslam Halifesi
25 Nisan 1512 – 1517
1517'de Halife oldu
Sünni İslam unvanları
Önce gelen
III. Mütevekkil
İslam Halifesi
1517 – 22 Eylül 1520
Sonra gelen
Kanunî Sultan Süleyman
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.