Mübahele Ayeti

Mübahele Ayeti (Arapça: آية المباهلة), Âl-i İmrân Suresi'nin 61. ayetidir. Mübahele, kelime anlamı olarak "karşılıklı beddua etme" demektir.

Ayetle ilgili rivayetler

Rivayetlere göre İslam peygamberi Muhammed, Necran Hıristiyanlarını İslam'a davet etmiş, onlar da âlimleri yanlarında olarak yaklaşık 70 kişi ile Medine'ye gelmişlerdir.[1] Amaçlarının Muhammed'in söylediklerinin doğruluğu husunda Muhammed ile tartışmak olduğu ifade edilen grup ile yapılan tartışmalarda Muhammed'in, Nasranîler'i, onların dini kitaplarında "kendisinin geleceğine dair" alametleri göstererek yenilgiye uğrattığı rivayet edilir.

Rivayetlere göre Nasranîler de zaten böyle bir bekleyiş içinde idiler. Onların inanışına göre de, gelecek olan peygamber deveye binerek (Mekke’de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak[Bakınız: Dipnotlar], İyr ve Uhud (Medine’de) arasında hicret edecektir. Tartışmaların anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine "Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi ve nefsinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım." Şeklindeki ayetin indirildiğine inanılır.

Bunun üzerine Muhammed'in doğrunun yalancıdan ayırt edilmesi için Nasranîler’le mübahele (karşılıklı beddua) yapma önerisinde bulunmuş, öneri kabul edilerek ertesi gün buluşmak üzere anlaşılmıştır.

Mübahele Günü

Anlatıldığına göre ertesi gün Necranlılar Medine’nin çıkışında, Muhammed'in çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı. Ancak Muhammed sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın ve ön tarafında ise iki çocuk olduğu bir halde sadece beş kişiyle gelerek necranlıların karsısına çıkmıştır. Necranlıların alimi Oskof, mütercimlerden Muhammed ile gelenlerin kim olduklarını sordu. "O genç, onun damadı ve amcası oğlu Ali bin Ebu Talib’tir, o kadın onun kızı Fatıma Zehra’dır, O iki çocuk ise onun torunları ve kızının evlatları olan Hasan bin Ali ve Hüseyin bin Ali’dir.”demeleri üzerine Oskof "Bakınız Muhammed nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübahaleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Allah’a and olsun ki, eğer onun tereddüt veya korkusu olsaydı, asla onları getirmez ve mübaheleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan azizlerini bu hadiseden uzak tutardı. O’nunla mübahele yapmamız, kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayser’inden korkmasaydım ona iman ederdim. Öyleyse O’nun isteklerini kabullenerek onunla anlaşıp kendi şehrimize dönelim." demiştir.

Bunun üzerine mübaheleden vazgeçilerek anlaşma yoluna gidilmiştir.

Anlaşma

Barış anlaşması Ali bin Ebu Talib’in eli ile yazıldı. Evrafi kumaşlarından, her kumaşın kıymeti kırk dirhem olmak şartıyla iki bin kumaş, bin mıskal altın ve bunların yarısının yani bin kumaş ve beş yüz mıskal altının Muharrem ayında ve diğer yarısının da Recep ayında verilmesinin gerekliliği yazıldıktan sonra her iki taraf da imzaladı.

Mübahele Ayeti ile ilgili yorumlar

  • Bu ayet, Muhammed'in doğruyu temsil ettiğine kendisinin de inandığını göstermesi açısından önemlidir.
  • Bu ayet, "Hasan ve Hüseyin benim oğlumdur." mealindeki, hadislerin doğrulanması anlamına gelmektedir.
  • Bu ayette, "kadınlarımızı ve kadınlarınızı" bölümünde, davetine Muhammed, Fatıma'yı uygun görmüştür. Buradan yola çıkarak Enes bin Mâlik'den nakledilen ; "Âlemlerdeki kadınların en iyisi dört tanedir: İmran kızı Meryem, Mezahim kızı Asiye, Hüveylid kızı Hatice ve Muhammed kızı Fatıma."[2] hadisi ile desteklenen

"Muhammed bu dört kadını âlemlerin en iyi kadınları olarak saydıktan sonra Fatıma’yı hem dünyada, hem de ahirette diğer üçüne üstün kılmıştır."[3] yorumlarına ulaşılır.

  • Bu ayet, İslam'ın örnek kadın, erkek ve çocuklarının, sırasıyla; Fatıma bint Muhammed, Ali bin Ebu Talib, Hasan bin Ali ve Hüseyin bin Ali olduğunu göstermektedir.
  • Bu ayette, "nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım" bölümünde, Muhammed, Ali'yi "kendi nefsi" olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla İbn-i Abbas'tan nakledilen;

"Ali bendendir, ben de O’ndanım; O’nun eti benim etimden ve O’nun kanı benim kanımdandır; O bana nispetle Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Ey Ümmü Seleme! Duy ve şahit ol ki, bu Ali, Müslümanların seyyidi ve efendisidir."[4] hadisinde olduğu gibi.

Dipnotlar

İnancın kaynağı olan Tevrat ayeti:

1 Tanrı adamı Musa, ölümünden önce İsrailliler'i kutsadı.

2 Şöyle dedi: "RAB Sina Dağı'ndan geldi, Halkına Seir'den doğdu Ve Paran Dağı'ndan parladı. On binlerce kutsalıyla birlikte geldi, Sağ elinde halkı için alev alev yanan ateş vardı.[5]

İfadelerin geçmiş zaman kipi ile ilgili olduğu görülebilir. Paran kelimesinin İbrahim peygamberin karısı Hacer ve oğlunu gönderdiği yer olarak da Kutsal Kitap'ta geçmesi, İslam âlimleri tarafından bu dağların Mekke’nin etrafındaki dağlar olarak yorumlanmasına yol açmıştır.[6] Tevrat kaynakları söz konusu dağın Tevrat'ta iki kere "Paran Dağı" adıyla anılan Sina Dağı olduğunu ifade ederler.[7]

Ayrıca bakınız

Kaynaklar

This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.