Halk hikâyesi
Halk hikâyesi veya halk öyküsü, toplumsal iz bırakmış bir olaydan veya bir yazınsal ürünün sözlü kültürde bıraktığı derin etkiden kaynaklanarak ortaya çıkan halk edebiyatı ürünlerine verilen ad.[1] Ayrıca, bazı halk bilimciler halk öyküsünü: "Çağdaş çağlara yaklaştıkça geçirdiği değişimle destanların yerini tutan halk ürünü." olarak görmüştür.[2] Destanlar olağanüstü ögelerin çokça rastlandığı türlerdir. Halk hikâyeleri ise olağanüstülük düzeyinin ikinci safhasında yer alır ve destanlara oranla halk hikâyelerinin olay örgüsü daha gerçekçidir.[1] Halk hikâyeleri bu yönüyle modern çağların yazın türleri olan roman ve öykü gibi mensur türlerle, destan arasında bir geçiş sürecini yansıtan ürünlerdir. Halk hikâyelerinde olaylar belirli kahramanların üzerine kurulmuştur. Bu kahramanlar çoğu kez; tanınmış bir edebî ürünün içeriğinde yer alan kahramanların topluma mal olması ve anonimleşmesiyle oluşmuştur. Aslen Divan edebiyatı'na ait mesneviler olan Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin gibi eserler, taç eserlerin toplum tarafından sözlü kültüre aktarılıp "halk hikâyesi" haline gelmesinin en önemli örnekleridir. Bunun yanında halk edebiyatı ürünlerinde de bu duruma rastlanmaktadır. Örneğin, Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı; toplumun beğenerek halk hikâyeleştirme sürecine dahil ettiği eserlerdendir. 1930'da edebiyat tarihçisi[3] Fuat Köprülü, Genç Osman Destanı'nı halk hikâyelerinin oluşum evrelerini tespit etmek maksadıyla incelemiştir.[4] Ayrıca bu çalışma; Türk edebiyatındaki anonim hikâyeleşme süreci hakkında yapılmış ilk çalışmalardan biri olmuştur.[4]
Kavram kökeni
Halk sözcüğü, Arapça bir kelime olup yaratılmışlar anlamına gelir.[5] Öykü sözcüğü ise "kurgusal bir edebi tür anlamına gelen" Arapça hikâye sözcüğünün[6] öz Türkçe karşılığıdır.[7] Kimi araştırmacılar halk öyküsü kavramının göçebe hayattan yerleşik yaşama geçiş sürecinde ortaya çıktığını savunmaktadır.[8] Bu, toplumların destan dönemleriyle ilintili bir durumdur. Türkler gibi yerleşik yaşama geçiş süreci uzun süren toplumlar için bu varsayım geçerlidir. Ancak, Arapça kaynaklara bakıldığında; hikâye kavramının çok eski olduğu görülecektir. Bu tür toplumlarda; önceleri kıssa ve söylence kültürü gelişmiştir.[9] Bu süreçte destanlar kahramanlık ekseninin yanında kehanet boyutuyla gelişme göstermiştir. Yerleşik bir yaşamı benimseyen toplumlar bu ürünleri önceleri yazı ile muhafaza etme yoluna gitmiştir. Örneğin Sümer Yaradılış Destanı bu tür gelişen nesir yazısının ilk örneklerinden biridir.[10] Ayrıca bu tür metinler genellikle yaradılışa dair sorunları işlediği için; büyük oranda mistik ve dini ögeler içermektedir.[10] İnsanın kimlik arayışıyla ilk ürünlerini vermeye başlayan yazınsal alan; hikâyecilik geleneğinin kökünü teşkil etmiştir. Halk öyküleri de; destan dönemi ve modern dönem arasındaki; gerçekçi olağanüstülük kavramını oluşturan süreçtir. Ancak bu hikâyeleşme süreci göçebe ve yerleşik yaşam tarzlarının kazanımlarına göre değişim göstermiştir. Yerleşik toplumlarda yazı kullanımı yaygın olduğundan bu toplumlarda, halk hikâyesi kavramı yazınsal eserler ve tarihi yazıtlarla daha yakındır, yani ayrışım hatları çok açık değildir. Örneğin İslami edebiyata mal olan; Leyla ve Mecnun gibi mesnevilerin birçoğu gerçel olarak; birer Arap halk öyküsüdür.[11] Ancak bu hikâyeler farklı toplumlarda -Türkler gibi- kitaptan aktarım yoluyla bu sürecin bir parçası olmuştur.
Toplumsal biçimlere göre halk öykülerinin oluşum süreci
Halk öyküleri toplumların sosyal konumlarına göre değişik yapılanma evrelerine tanık olmuştur. Bunun için halk öyküleri yalnızca yazınsal bir ürünü oluşturmaz. Halk öyküleri yazınsal bir ürün olmanın yanında sosyal bir konuma sahiptir. Dünya milletlerini tarih hassasiyetlerine göre: Mitolojik, yazınsal, sözlü birikime dayalı ve tabiat toplumları olarak dörde ayırabiliriz. Bu dört toplum türünde de halk öykülerinin oluşum ve işlevlerinde farklılıklar vardır.
Mitolojik toplumlar
Mitolojik dönemi uzun süren ve bu dönemden günümüze yazılı ürünler bırakabilen toplumlardır. Bu tür toplumlar yerleşik yaşama erken dönemlerde geçmiş ve halk ürünlerinde tanrı motifini baskın bir hale getirmiştir. Genelde Hint-Avrupa halkları, özeldeyse Avrupa toplumlarının birçoğu bu kategoriye girer. Farslar ve Sanskrit halklar ise farklı kültür çevrelerinin yoğun tesirine maruz kaldığından; daha çok Semitik kavimleri etkileyen yazınsal kategoride değerlendirilir. Ancak Fars sahasında yazılmış Şehname gibi eserler; eski Pers söylencelerini hikâyeleştirmesi bakımından mitolojik toplum edebiyatıyla örtüşür.[12] Bu kategorinin en bariz örneği ise Yunanlardır. Mitolojik toplumlarda halk öykülerinin gelişim sürecinde mitolojik dönemlerden kalma ögeler çok kuvvetlidir. Din değişimi gibi önemli bir toplumsal değişim bile mitolojik altyapıdan beslenmeyi engelleyemez. Farklı tür kültürlerdeki birçok halk hikâyesi, güncel inanç şekilleri temelinde kurgulanıp geçmiş dönemlerden yalnızca arkaik kültürel kalıtlar taşırken; mitolojik kültürün baskınlığı geçmişten gelen karakterlerin güncellenerek sürekli işlenmesi sonucunu doğurur. Bunun için Arap, Türk ve Fars gibi toplumlarda halk hikâyeleri daha çok aşk hikâyelerine dayanırken; Avrupa kültüründe Athena ve Thor gibi aslında destan dönemine ait karamanlar ön plana çıkmıştır. Örneğin bugün anakara adı olarak kullanılan Europa ismi dahi Yunan mitolojisine dayanır.[13]
Halk hikâyesinin destansı dönemler ve çağdaş dönemler arasında bir bağ olduğu kuramına göre hareket ettiğimizde; bugün dahi Avrupa edebiyat dairelerinde özellikle Yunan mitolojisi ögelerinin ağırlıklı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Hatta bu ağırlık, Avrupa edebiyatının temelini oluşturmakla kalmaz; birçok bağımsız medeniyeti de etkisi altına alır.[14] Örneğin Türkiye sahasında Nev Yunanilik akımı ortaya çıkmıştır.[15]
Yazınsal toplumlar
Mitolojik devirlerinin ardından Budizm evresiyle birlikte semavi bir inanışın kayda geçirildiği toplumlardır. En bariz örnekleri Semitik dil ailesine üye olan toplumlar ve Çin gibi Uzak Doğu halklarıdır. Bu toplumlarda ticaretin geçmişinin çok eskilere dayanması ve özellikle Yahudi tüccarların yaptıkları ticaret neticesinde büyük bir maddi zenginliğe ulaşmasıyla; yazı ve yazın gelişmiştir.[16] Zaten dünyada yazıyı ilk kullanan toplum bir Orta Doğu kavmi olan Sümerlerdir.[17] Yazıyla birlikte halk inançlarının ve edinimlerinin kayda geçirilmesiyle; toplumsal bir sınıfın öğretilerini kavramlaştırabileceği bir kehanet sentezi kurulabilmesinin önü açılmıştır. Böylece bu kavimlerde olan önemli olaylar, edebî eserlere yansımıştır. Örneğin aslen Arap halk hikâyeleri olan Leyla ile Mecnun gibi eserler; Arap kültüründe yazının gelişkinliğinden istifade ederek mesnevi formatına bürünmüş ve diğer toplumları da etkilemiştir. Hatta Arap kültüründe yazı kullanımı o kadar yaygındır ki; halk tarafından benimsenen şiirlerin Kabe'nin duvarlarına asıldığı bilinmektedir.[18] Görüldüğü gibi yazınsal toplumlarda halk hikâyelerinin bir metin gövdesine ulaşması diğer toplumlara göre çok daha hızlıdır.
Uzak Doğu toplumlarında, atalara saygı ve disiplin esası son derece gelişmiş olduğundan, toplumsal normların hikâyeleştirilmiş şekilleri, halk hikâyesi olarak karşımıza çıkar ve bunlar bir nevi ata kültünü oluşturan toplumsal kurallar ve kehanetler olarak kendini gösterir.
Sözlü birikime dayalı toplumlar
İnanç konusunda mistisizm ve totem tapınmalarının; destan döneminde görüldüğü, genellikle göçebe bir hayat tarzını benimsemiş toplum türüdür. Bu tür toplumlarda ata kültü son derece önemli olup, ruh ve kutsal doğa figürleri son derece elzemdir. Bu tür animizme yakın toplumların en bariz örnekleri Moğollar ve Türklerdir. Bu toplumlar yazı ile geç dönemlerde tanışıp, daha ziyade sözlü ürün konusunda ileri bir düzeye gelmiş olsalar da; güçlü bir mitolojiye sahiplerdir. Ancak göçebe kültürler genellikle, yerleşik kültürlerle tanıştıklarında; kendi yapılarını revize ederek din dahil bu yeni atmosferin içine girmiştir. Örneğin Türkler, 751 Talas Savaşı'ndan sonra Arabistan doğumlu bir yerleşik yaşam dini olan İslamiyet'i kabul etmeye başlamıştır.[19] Bu dönemin ardından; Türk geleneğinde var olan yapılar İslamiyet etkisinde İslami eserlerde kullanılmış; Türk kahramanları İslami edebiyata dair kişilerin vücudunda hayat bulmuştur. Örneğin; Ferhat ile Şirin gibi aşık tipleri, Arap ve Fars eserlerinden okunarak halk ağzında türevlendirilmiş ve bir halk hikâyesine dönüştürülmüştür. Bu oluşum sürecinde; 40 sayısının kutsallığı gibi Türklere özgü kavramlar da bu hikâyelerde İslami çizginin içerisine yerleştirilmiştir.[20]
Bu tür toplumlarda halk öykülerinin oluşmasındaki ikinci aktörler ozanlardır. Ozanların toplumca rağbet gören olayları konu alan şiirleri zamanla dilden dile dolaşarak, tamamen öz kültüre ait halk hikâyelerine dönüşmüştür. Örneğin Genç Osman Destanı bu sürecin yaşandığı eserlerden biridir. Ayrıca bu tür toplumlarda rastlanan halk hikâyeleri hem mensur hem de manzum ögeler içermektedir.[21]
Tabiat toplumları
Bu tip toplum türü; tamamen doğa değişkenlerine göre yaşayan ve destan dönemini geçemeyen toplumlardır. Bu toplumlarda halk öyküleri ilk türevinde, yani destan olarak bulunur. Bu öyküler, toplumsal normları koruma görevini görür. Çağdaş dünya ile kuvvetli bağları olmayan bazı Güney Amerika, Afrika ve okyanus adalarındaki halklar bu tür topluluklardır.
Yapıt bazında halk öyküleri
Toplumsal bazda dilden dile aktarılan birçok destan türevi bugün halk ağzında halk öyküsü türünün konusu içerisindedir. Örneğin: Kalevala ve İlyada gibi destanların halk bilincinde bıraktıkları izleri taşıyan birçok varyant; bir halk öyküsü kimliğine bürünmüştür. Örneğin, birçoğu İslami etkide yazılan mesnevilerdeki kahramanlardan ilhamla üretilen Türk halk hikâyeleri, eski dönem Türk destanları ve geleneklerinden birçok iz taşımaktadır. Bu kuşkusuz halk öykülerinin modern dönem ve destan dönemleri arasında gördüğü köprü rolüyle ilgilidir.
Ayrıca bakınız
Kaynakça
- Oğuz, Öcal (2008). Halk Hikâyeleri. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı. 7 Şubat 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Eylül 2011.
- Boratav, Pertev Naili (1946). Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği.
- "Kayıkçı Kul Mustafa" (PDF). Antoloji.com. 3 Mart 2011 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Eylül 2011.
- Alptekin, Ali Berat (1997). Halk Hikayelerinin Motif Yapısı. Akçağ Yayınları. s. 66.
- Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi., s.318.
- Devellioğlu, s.369
- "Öykü". TDK. 11 Mayıs 2011 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Eylül 2011.
- Alptekin, Ali Berat. Halk Hikayelerinin Motif Yapısı. Ankara: Akçağ Yayınları.
- Elçin, Şükrü. Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.
- Bulut, Faik (1995). Ordu ve Din. s. 15. Erişim tarihi: 22 Eylül 2011.
- Özkırımlı, Atilla (1982). Türk Edebiyatı Ansiklopedisi III. 3. Cem Yayınevi. Erişim tarihi: 22 Eylül 2011.
- Kabaklı, Ahmet (1985). Türk edebiyatı, 1. cilt. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. s. 58. ISBN 9789757594000. Erişim tarihi: 23 Eylül 2011.
- Özer, M.Akif (2006). Avrupa Birliği Yolunda Türk Kamu Yönetimi. Platin. ISBN 9758163949.
- Süheyla Yüksel (2010). Türk Edebiyatında Yunan Antikitesi. Asitan Yayıncılık.
- "Nev Yunani Akımı". diledebiyat.net. 9 Temmuz 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Eylül 2011.
- Aydın, Mehmet (2005). Ansiklopedik Dinler Sözlüğü. NKM. s. 80.
- "100 Adımda İcatlar". Tudem. s. 32. Erişim tarihi: 25 Eylül 2011.
- Ali Usta (2004). "Alternatif Bir Kuran Tefsiri". Havuz Yayınları. s. 42.
- Hakkı Dursun Yıldız (2007). "Makaleler". Erişim tarihi: 25 Eylül 2011.
- Atıf Kahraman (1989). "Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi". Erişim tarihi: 25 Eylül 2011.
- "Halk Hikâyeleri". simitcay.com. 20 Nisan 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Kasım 2011.