İsviçre'nin dış ilişkileri

İsviçre'nin dış ilişkileri temel olarak daimi tarafsızlık politikasına dayanır ve uluslararası sorunlarda ve çatışmalarda tarafsız davranmaya özen gösterir.[1] Ülkenin dış politikası İsviçre Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilir. Bazı uluslararası ilişkiler ise İsviçre Federal Yönetimi tarafından yürütülür.

Tarafsızlık politikasının tarihçesi

İsviçre'nin bağımsız bir devlet olarak tanınması 1648'de Vestfalya Barışı çerçevesinde Münster antlaşması ile gerçekleşmiştir. Bu tarihten beri İsviçre dış politikasında tarafsızlığın izleri görülür. Napolyon'un işgali ile kurulan Helvatia Cumhuriyeti tarafsız bir cumhuriyet değildi. Ancak 1815'te Napolyon'un yenilmesi üzerine İsviçre'de uygulanan yeniden yapılanma politikaları sayesinde tarafsızlık politikası hayata geçirildi. 1815'te yapılan Paris senedi ile İsviçre'nin daimi tarafsızlığı diğer devletler tarafından da kabul edilmiştir. Buna karşın, İsviçre'ye kendisini korumaya yönelik bir ordu bulundurma hakkı da tanınmıştır. İsviçre tarihte ilk defa bir devletin hukuki çerçevede tarafsızlığının tanındığı, yani daimi tarafsıylık statüsünü kazandığı bir model olmuştur.[1]

İsviçre, 19. yüzyıl boyunca tarafsızlığına uygun bir politika izlemiştir. Örneğin Fransa-Prusya savaşı sırasında ülkesine sığınan General Charles Bourbaki komutasındaki Fransız ordusunu silahtan arındırmıştır.[1]

Savaş dönemlerinde tarafsız devletlerin hak ve ödevlerini belirleyen 1907 tarihli La Haye sözleşmeleri İsviçre'nin tarafsızlığı açısından büyük önem taşımıştır. Bu sözleşme sayesinde tarafsız devletlerin dokunulmazlığı ilkesi kabul edilmiştir.[1]

Birinci Dünya Savaşı başladığında 250 bin kişilik İsviçre ordusunun tamamı mobilize edilmiş, en büyük askeri birlikler Fransa ve Almanya sınırlarına yerleştirilmiştir. İsviçre 1915'te savaşan tüm devletlere tarafsızlığına saygı göstermeleri olası bir tarafsızlık ihlalinden kaçınmaları bildirmiştir.[2] Almanya'nın Belçika ve Lüksemburg'un tarafsızlıklarını ihlal ederek bu ülkeleri işgal etmesi La Haye'de sınırları çizilen tarafsızlığın yaptırım gücü yüksek bir mahkemeye ihtiyaç duyduğunu gösterdi.İsviçre Birinci Dünya Savaşı'ndan tarafsızlığını koruyarak çıktı.

Milletler Cemiyeti dönemi

Birinci Dünya Savaşının sonunda Versay Barış anlaşmasıyla oluşturulan Milletler Cemiyeti barış ve istikrarı sağlamayı amaçlıyordu. İsviçre MC'ye verdiği memorandumla üye olma şartı olarak tarafsızlığının kabulü istedi. Önce isteksizce yaklaşılan bu isteği MC sonunda kabul etti. Buna göre İsviçre askerî operasyonlara katılmayacak, yabancı askerlerin topraklarından geçişine ve hatta topraklarında bir askerî operasyon hazırlığına dahi izin vermeyecekti. Ancak MC tarafından cemiyet karşıtı ülkelere uygulanacak ekonomik tedbirlere katılmak zorundaydı. 16 Mayıs 1920'de MC üyeliği oylamasında İsviçre halkı 322.937 hayır oyuna karşılık 414.830 evet oyuyla MC üyeliğine evet dedi.[2]

1935'te Milletler Cemiyeti'nin İtalyan faşist rejimine İtalya Habeşistan savaşı sırasında ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması İtalya ile dostane ilişkileri olan İsviçre'de tereddüt yarattı. İsviçre, MC üyeliğinden dolayı bu yaptırımlara katılmak zorunda olmasına karşın, tarafsızlık ilkesine uymak için İtalyan mallarının boykot edilmesi ve İtalya ile ticari ilişkilerin cezalandırılmasına katılmayı reddetti. Sadece silah ve teçhizat ihracatı ve kredilendirilmesinin önlenmesi konusunda Cemiyet ile birlikte hareket edeceğini açıkladı.[2]

1937'de İtalya'ya uygulanan ekonomik yaptırımlar kalktı. MC'nin İsviçre'nin tarafsızlığı için yeterli korumayı sağlayamadığı düşüncesi güçlenmeye başladı. Federal Konsey üyesi Guiseppe Motta 1 Ağustos 1937'de İsviçre'nin zaman geçirmeden geleneksel tarafsızlığa dönmesini istediği konuşma ülkede ses getirdi. Nihaneyt Milletler Cemiyeti Konseyinin 14 Mayıs 1938 tarihli kararında "İsviçre'nin daimi tarafsızlığından doğan hususi durumu itibarıyla Milletler Cemiyeti, İsviçre'nin, bundan böyle Misak'ın öngördüğü yaptırımların uygulanmasına hiçbir şekilde katılmamak ve bundan böyle bu yönde bir talebe muhatap olmamak talebini kabul eder." denilerek İsviçre'nin eski tarafsızlık konumu kabul edildi.[2]

İkinci Dünya Savaşı dönemi

1939'da savaş başlar başlamaz İsviçre Federal Konseyi General Henri Guisan'ı ordunun başına getirdi ve seferberlik emri verdi. Savaşın başında 100 bini cephede olmak üzere 400 bin asker ordunun emrindeydi. Bu rakam yardımcı hizmetlerdekilerle birlikte 850 bine ulaşıyordu ki, o zaman dört milyon nüfusu olan bir ülke için çarpıcı bir seferberlik idi. Ancak savaşın hemen başında Almanya'nın Polonya'yı ve Fransa'yı işgal etmesi İsviçre'ye 50 bin kişilik bir Fransız-Polonyalı askerin göç etmesine neden oldu. Ardından İtalya da Almanya'nın yanında savaşa girince İsviçre etrafını Mihver devletler ile çevrilmiş buldu. Hitler'in başlangıçta İsviçre'yi işgal etme niyeti olduğu ve uzmanlarıyla bu konuyu tartıştığı bilinmektedir. Ancak ABD'nin 1941'de savaşa katılması zaten zor bir iş olan İsviçre'nin işgalini anlamsız hale getirdi.[2]

Birleşmiş Milletler ve Soğuk Savaş dönemi

Savaştan sonra oluşturulan Birleşmiş Milletler tarafsızlık konusunda Milletler Cemiyeti'nden de hoşgörüsüzdü. Buna göre BM çatısı altında olan bir devletin yerine getirmesi gereken yükümlülükler tarafsız devlet olarak kalmayı olanaksız kılıyordu.[2] Savaş sonrasında tarafsızlık kavramı uluslararası kamuoyunda gözden düşmüştü. Federal Konsey buna rağmen tarafsızlık politikasını kısıtlamayı değil genişletmeyi kararlaştırdı ve ikili bir dış politika oluşturdu. Bir taraftan BM'nin tarafsızlıkla uyumlu kısımlarına entegre olmak isterken, güvenlik çemberine katılmaya istekli değildi. Federal Konsey BM üyeliği söz konusu olmadan, örgüt dışı bir ortak pozisyonu geliştirmeye çalıştı.[2]

Dışişleri danışmanı olan Rudolf Bindschelter tarafından 1951'de formüle edilen yönerge, daha sonra Bindschelter Doktrini olarak adlandırıldı ve Federal Konsey tarafından resmi politika olarak kabul edildi. Buna göre İsviçre şu dört ilketle tarafsızlığını koruyacaktı:

  • kolektif güvenlik konulu hiçbir anlaşmaya imza atmayacak
  • diğer devletlere karşı ekonomik yaptırımlara girmeyecek
  • siyasi içerikli örgüt ve konferanslara sadece evrensel olduğu durumlarda katılacak
  • tarafsız devletlerin mal ve hizmet arz etmesi diğer devletler tarafından hasmane bir tutum olarak görülemez

Doktrin İsviçre'nin BM'ye üye olmasına karşı çıkıyordu ve İsviçre'nin savaş sonrası resmi dış politikası oldu.[2]

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan soğuk savaş dönemi ve hükûmetin sosyo-ekonomik amaçlar taşıyan BM organlarına düzenli destek vermesi tarafsızlığını diğer devletler açısından sorun olmaktan çıkardı. İsviçre BM'nin dışında bir ortak olarak kendine has bir iş birliği konsepti yarattı.[2] 1947'de Dünya Sağlık Örgütü'ne tam üye, 1948'de Ekonomik ve Sosyal Konsey'e gözlemci ve Uluslararası Adalet Divanı'na tam üye oldu.[1]

1960'ların sonlarında değişen şartlar Federal Konsey'i durumu yeniden değerlendirmeye itti ve konuyu kamuoyunda tartışmaya başladı. 1986'da referanduma sunulan BM üyeliği hükûmetin isteğine rağmen seçmenlerin % 75.7'si ve 26 kantonun tümü tarafından ezici çoğunlukla reddedildi.[1][2]

Soğuk Savaş sonrası dönem

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla birlikte başlayan yeni dönem İsviçre'nin dış politikasında da değişikliğe yol açtı. İsviçre açısından BM'nin dışında kalmak daha zor hale geldi. 1993 yılında yeni bir dış politika konsepti geliştirildi. Bu konseptte uluslararası işbirliğine ve entegrasyona vurgu yapılıyor, İsviçre'nin tarafsızlığının belli durumlarda sınırlandırılması öngörülüyordu. İsviçre BM'yi bir meşru güç olarak görüyor, mütecaviz devletler ile BM arasında bir tarafsızlığın olamayacağı belirtiliyordu. BM şartı yaptırımları güncel uluslararası koşullarda geleneksel tarafsızlık hukukunun üstünde kabul ediliyordu. Bu yeni tarafsızlık yorumu BM üyeleri tarafından olumlu karşılandı. Ancak İsviçre hükûmeti BÖ'ye katılmayı bir süreç olarak gördüğünü söyleyerek hemen halk oyuna başvurmadı. 2002'ye kadar BM önderliğindeki tüm ekonomik yaptırımlara katıldı. 2000 yılında yayınlanan Güvenlik Politikası Raporu ve 11 Eylül saldırılarının ardından Mart 2002 tarihinde BM üyeliği konusu yeniden oylamaya sunuldu ve % 54.6 oyla kabul edildi.[2]

İsviçre'nin Uluslararası örgütlerle ilişkileri

İsviçre 2002'den itibaren BM üyesidir.

1993'ten sonra NATO ile ilişkisini de geliştirmiştir. 2000 yılındaki Güvenlik Politikası Raporunun hazırlanmasında NATO'dan yardım almıştır.

Soğuk savaş sürecinde Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forum alanı olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGIK) ve sonrasında AGİT içinde de önemli bir rol oynamıştır.[2]

İsviçre, Avrupa entegrasyon sürecini yakından takip eden bir ülkedir. 1959 yılında EFTA'nın kurucu üyesi olmuştur. AB'ye üyeliği (O zamanlar Avrupa Ekonomik Alanı - EEA) de 1992 yılında gündemine almış, ancak referandumda kabul edilmeyince bir daha girişimde bulunmamıştır.[2] Buna rağmen bilimsel araştırma alanları, hava ve kara taşımacılığı, idari satın alma politikaları konularında görüşmelerini sürdürmüş ve yasalarını AB mevzuatına uyumlu hale getirmeye çalışmıştır.[2] 2005'te yapılan referandum ile sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerini sınırlandıran Schengen Anlaşmasına katılmıştır.[2]

Kaynakça

  1. Yrd. Doç. Dr. Emine AKÇADAĞ ALAGÖZ, Daimi Tarafsızlık Politikası ve İsviçre Örneği 6 Eylül 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., 06.09.2018 tarihinde alındı.
  2. Serhan Yalçıner, Uluslararası İlişkilerde Tarafsızlık, Daimi Tarafsızlık ve İsviçre Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 06.09.2018 tarihinde alındı.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.