Türkiye'de feminizm
Feminist kadınlar 12 Eylül sonrasındaki sessizliği bozan ilk hareket oldu. 80 öncesinde İKD (İlerici Kadınlar Derneği) kadın hakları için çalışan bir organizasyondu ancak, temel aldıkları ideoloji sosyalizmdi. Yine de İKD sadece kadınların katıldığı bir dernekti ve kadın kadına mücadele açısından Türkiye’deki ilk deneyimdi. Zaten önceden İKD’li olan birçok kadın, 80 sonrasında feminist hareket içinde yer aldı.
Ancak ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayıneviydi. Ancak bu, bir yayınevi olarak kalmadı. Aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geldi ve aktif feminist siyaset burada üretilmeye, hareketler burada örgütlenmeye başlandı. Daha sonra Kadın Çevresi’nde tanışan kadınların ilk çıkardıkları yayın Feminist oldu. Boyutları, kullanılan renkler, iç tasarımı ama daha önemlisi içeriği daha önce yayınlanmış hiçbir dergiye benzemiyordu.
17 Mayıs ta gerçekleşen ilk eylemden sonra yürütülen bir kampanyayla “Mor Çatı” kuruldu. Hemen ardından gelen cinsel tacize ya da sarkıntılığa karşı kampanya ve “İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası sayesinde radikal eylemler başladı. Cinsel tacize karşı yürütülen kampanyanın sembol mor iğneydi. Mor kurdeleler bağlanmış büyük iğneler, tacize karşı kadınların kendilerini taciz eden erkeklere batırması için vapurlarda ve kamuya açık mekânlarda feministler tarafından dağıtıldı. İğne, ilginç bir semboldü çünkü cinsel tacize karşı silah sayılabilecek bir şeyin kullanılmasının meşru müdafaa olduğunu anlatıyordu. Yakaya takılan iğneler, beraberinde meyhane ve kahvehane baskınlarını getirdi. Bir grup feministin, sadece erkeklere mahsus alanlara baskın yapıp oradaki erkeklerle konuşması, basında büyük tepki uyandırdı. Ancak bu gün bile, şehirli kadınların birçok içkili mekânda eğlenebildiğini düşünürsek, 89 yılında yapılan bu kampanyanın etkilerinin ne kadar büyük olduğunu anlarız. Ayrıca kampanya genel olarak, bir kadın nasıl giyinirse veya davranırsa davransın, cinsel tacizin hiçbir özrü olmayacağını ve tecavüzden farkı olmadığını anlatıyordu. TCK’nın 438. Maddesi bu kampanyalarda büyük bir hedefti. Bu maddeye göre, seks işçisi kadınlar tecavüze uğrayınca üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu. Sebep olarak, zaten “iffetsiz” olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve “iffetli” kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu.
Hemen ardından çok tartışmalı boşanma kampanyası başladı. Feministler ataerkil aile yapısını protesto etmek için, yani politik nedenlerle boşandılar.
70 sonrası diğer kadınlar feminizm ile ilgili bir şeyler biliyorlardı fakat ne olduğunu tam olarak bilmiyorlardı. Feminizm, lezbiyen/erkek düşmanı gibi özelliklere sahip kadınların politika aracı olarak görülüyordu. Daha önceki dönemlerdeki mücadelelerle bazı haklar kazanılmış ancak feminizm güç kaybetmişti. Bu dönemde farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bir kısım feministler Wolstonecraft’ın “Kadın ve erkek arasında cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya kadar mücadele” sözünü slogan olarak benimsemişlerdi.
Kürt kadınlar için bu hareket, yaşadıklarıyla gün yüzüne çıkmaya başladı. Birçok Kürt kadın dağa çıktı. Bu hem aileden hem de yaşanan zorluklardan kaçış mücadelesiydi.
Roza ve Rojin adıyla çıkan dergiler Kürt kadınların yaşadıkları zorlukları dile getiriyorlardı ve bu mücadeleleri halen devam etmektedir.
Başörtüsü yasağı ile başlayan protestolarla Müslüman kadınlar da kendi hakları için mücadele etmeye başladılar. Bu protestolar feminist kadınlarla Müslüman kadınların ilk teması sayılabilir. Müslüman kadınların bir kısmı feminizmi kabul etse de bazıları sadece ortak taleplerde mücadeleyi benimsedi.
“İmanlı feminist” olduğunu söyleyen Konca Kuriş bu mücadelenin içinde yer alan söz sahibi bir kişiydi. Fakat muhafazakâr çevreler tarafından hoşgörü ile karşılanmıyordu. Hizbullah tarafından öldürüldü ve öldürenler feministler tarafından protesto edildi.
Sürekli okuyan, araştırmacı olan 5 çocuk annesi Konca Kuriş, kayınpederi 75 yaşındaki Abdullah'ın ısrarlarıyla örtündü. Din ve tarikatlarla çok yakından ilgilendi. 1987 yılından 1998'e kadar İslam dinini derinlemesine araştırdı. Kuriş, araştırmasını yaparken dindeki fraksiyonlara da girdi. Hizbullah örgütü ve Nakşibendî tarikatına katıldı. 1996 yılında davetli olduğu Dünya Müslüman Kadınlar Günü nedeniyle İran'a gitti, burada Hizbullah'ın toplantısına katıldı. Bir süre sonra insan ile Allah arasına hiçbir şeyin giremeyeceğini savunarak Hizbullah'tan ayrıldı. Bu da onun sonunu hazırladı.
Kadın haklarının savunuculuğu da yapan Kuriş, Mersin'de Bağımsız Kadın Derneği ve Kadın Sığınmaevi faaliyetlerine katıldı. Spastik özürlüler için araç alma girişiminde bulundu. Bir hayat kadınını intihardan kurtardı. Kuriş, özgür düşünceleri ve radikal çıkışlarıyla yurt içinde ve yurtdışında kısa sürede adını duyurdu.
16 Temmuz 1998 tarihinde gece yarısı eşi Orhan ile birlikte kendilerine ait 34 YM 221 plakalı minibüsüyle evlerine dönerken silahlı 3 kişi tarafından, eşi etkisiz hale getirilerek, kaçırılmıştı. Hizbullah tarafından öldürüldü ve cenazesi Konya’da bulundu.