Tarihî coğrafya

Tarihî coğrafya, modern coğrafya ilke ve yöntemlerini kullanarak bir sahayı geçmiş bir zaman diliminde araştıran disiplinler arası coğrafya bilim koluna verilen isimdir.[1]

Tanım ve İsimlendirme

Kısaca geçmişin coğrafyası olarak ifade edilen bu alanın tanımlanmasında ve algılanmasında bir takım yanlışlıklar mevcuttur. Bazı yazarlar tarihi coğrafyayı "tarihi olaylara coğrafyanın etkisi" yahut "eski yer ve yerleşme adlarının incelenmesi" şeklinde tanımlamaktadırlar. Memiş'in yaptığı tanıma göre tarihi coğrafya, "coğrafi faktörlerin tarih ilmine etkilerini inceleyen bir bilim dalı"dır.[2]

Tarihi coğrafya; coğrafya metodolojisine uygun olarak geçmiş bir zamanda belirli bir mekanın fiziki, beşeri-ekonomik ve bölgesel coğrafya özelliklerini ortaya çıkarmaktır.[3] "Tarihi" ibaresi sıfat tamlaması yaparak önündeki ismi niteleyen ve onun geçmişe ait olduğunu belirten bir kelimedir. Gerçekten de bu konuda Taylor’un da belirttiği, “sıfat olan "tarihi" ibaresinin isim olan coğrafyaya uygulanması, doğrusunu söylemek gerekirse coğrafyacının çalışmalarını sadece geriye götürür: onun konusu aynı kalır."[4]

Gümüşçü'ye göre İngilizcede coğrafyanın tarihinden (history of geography) farklı bir şeyi ifade eden "historical geography" kavramı, Türkçeye tarihsel coğrafya gibi bir ifadeden ziyade en iyi şekilde tarihi coğrafya söz öbeğiyle ifade edilebilir.[5]

Dünya'da tarihi coğrafya

Tarihi coğrafyanın tarihsel kökeni eserlerini kaleme alan müellifler eserlerine tarihi coğrafya ismini vermeselerde- ilkçağ’a kadar gitmektedir. Nitekim Herodotos'un MÖ 5. yüzyıldaki yazıları, özellikle Nil Deltası'nın nasıl oluştuğunu ele alan açıklamaları tarihi coğrafyanın ilk örneği ve habercisi sayılabilir. Ortaçağ İslam coğrafyacılarından bazıları aynı zamanda tarih, astronomi vb. alanlarda eser yazmışlar, bir kısım müellifler hepsini bir arada almışlar ve böylece özellikle tarih-coğrafya yakınlığı ve kaynaşmasının örneklerini sunmuşlardır. Örneğin Yakut (ö. 1229), Ömeri (ö. 1349), Hemedani (ö. 1318) gibi İslam coğrafyacılarının ülke ve bölgesel tasvirleri ile daha çok tarih ile coğrafyanın birlikte ele alındığı eserlerinde, tarihi coğrafya olarak nitelenebilecek bilgilerden söz etmek mümkündür.Geçmişteki mekanların incelenmesi anlamına gelen tarihi coğrafyanın kurucusu Alman coğrafyacı Philipp Clüver (1580-1622)’dir. Bu disiplinin adını tarihi coğrafya olarak koyan ise, 18. yüzyıl başlarında Edward Wells’dir. 19. yüzyılda tarihin kavranmasının temeli olarak coğrafya, başta İngiltere olmak üzere birçok ülkenin üniversitelerinde ele alınmaya başlandı. Dünya’da ilk kez Edward Wells tarafından yazılan bir kitaba, tarihi coğrafya adının verilmesi, tarihi coğrafya için bir milat sayılmaktadır. Dünya’daki diğer çalışmalar da dikkate alındığında kuruluşu 1700 yılı olan tarihi coğrafya, bu tarihten 1920 yılına kadar uzun bir ‘klasik tarihi coğrafya’ dönemi yaşamış, 1920-1950 yılları arası yapılan çalışmalar ile "modern tarihi coğrafya" dönemine girmiştir.[1]

Türkiye'de tarihi coğrafya

Batıya nazaran tarihi coğrafya çalışmalarının geç başladığı görülmektedir. Aslında Türk bilim adamları, tarihi coğrafya adını cumhuriyet öncesi dönemde de kullanmışlar ve önemini vurgulamışlardır. Fakat, bu bilgi daha ziyade Batılı coğrafya kitaplarından çeviri yaparken ve bu yolla kitap ve sözlük hazırlarken kullanıldığı için; 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarındaki birçok coğrafya eserinde dönemin tabiri ile coğrafya-yı tarihi, yani tarihi coğrafya tabiri bulunmaktadır. Türkçede tarihi coğrafyadan ilk bahsedenlerden olan tarihçi ve coğrafyacı Ahmed Rıfat’ın çağdaşı olan Şemseddin Sami’de, aynı şekilde Batılı kitaplardan çeviri yolu ile tarihi coğrafya tabirini öğrenmiş ve kullanmıştır. Coğrafya sahasında birçok eser veren dönemin ünlü coğrafyacılardan Abdurrahman Şeref de aynı şekilde kitaplarında tarihi coğrafyayı tanımlamıştır. 1918 yılında Celal Nuri İleri tarafından hazırlanan Coğrafya-yı Tarih-i Mülk-i Rum isimli kitap ise, alanında ilk örnek sayılabilir. Ona göre: ‘Tarih, zaman içinde coğrafya; coğrafya ise, hal-i hazırda bir tarihtir. Coğrafya-yı tarihi de her ikisini cem eder’. Eserinde, önsözü takiben Coğrafyayı tarihiye aid mütalaat, Suriye ve Filistin, Arabistan, Irak, Kaf Dağı, Kırım ve Maverası, Bir iddiayı coğrafya, Anadolu Avrupa’da mı, Asya’da mı maduddur? başlıklarından oluşan bölümler bulunmaktadır. Görüldüğü üzere, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında özellikle Batılı coğrafya eserleri çevirerek yayımlayan ya da Batılı eserlerden faydalanarak hazırlanan bütün coğrafya eserlerinde tarihi coğrafya tabiri ve bu başlık altında bazı açıklamalar yer almaktadır.

Ramsay’in 1980 yılında yayınlanan The Historical Geography of Asia Minor isimli eseri alanında yayınlanan ilk eserdir. Tarihi coğrafya tabirini kullanmadan bu alanda araştırma yapan ilk Türk isim, Cumhuriyet’in ilk Türk coğrafyacılarından olan Besim Darkot’tur. Darkot, İslam Ansiklopedisi’ne çoğunluğu ilk defa, bir kısmı da ikmal olmak üzere toplam 190 madde yazmıştır. Darkot bu makalelerinde, çoğunlukla ikinci el kaynaklardan faydalanarak mümkün olduğu kadar geçmişi yeniden inşa etmeye çalışmış, tarihi coğrafya için iyi bir başlangıç yapmıştır. Daha sonra H. S. Selen, N. Tunçdilek ve M. Tuncel tarafından yapılan bu tarz araştırmalar da yine tarihi coğrafya bakış açısına yakın çalışmalar arasında kabul edilmelidir.

Tarihi coğrafya adı ile araştırma yapan ilk Türk bilim insanlarından birisi Zeki Velidi Togan’dır. Türkiye’de bu isimle araştırma yapanlardan bazıları da arkeologlardır. 1940'lı yıllardan itibaren ortaya çıkan ve giderek sayıları artan bu tarz yazılar, genellikle Klasik dönem yerleşmelerinde yapılan kazı ve yüzey araştırmalarını konu almışlardır. Başta Heredot ve Strabon olmak üzere, Klasik dönem eserlerinden hareketle kaleme alınan bu çalışmalarda, daha çok yerleşme merkezlerinin yeri ve isimleri üzerinde durulmaktadır.

W. D. Hütteroth tarafından 1968 yılında yayımlanan ve Konya ile yakın çevresini araştıran eser, tarihi coğrafya adını taşımasa da, Türkiye için bir coğrafyacı tarafından Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak hazırlanmış ilk tarihi coğrafya eseri konumundadır. Veli Sevin ise, 2001 yılında Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I isimli bir kitap hazırlamıştır. Bilge Umar tarafından 1993 yılında hazırlanan Türkiye’deki Tarihsel Adlar, Türkiye’nin Tarihsel Coğrafyası ve Tarihsel Adları Üzerine Alfabetik Düzende Bir İnceleme isimli eseri ve birbiri ile aynı ismi taşıyan bir dizi kitabı bulunmaktadır. D. E. Pitcher tarafından 1950 yılında hazırlanan ve E. J. Brill tarafından 1972 yılında İngilizce basılan kitap, dilimize çevrilerek 1999 yılında Yapı Kredi Yayınları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası adı ile yayımlanmıştır. Verdiği bilgiden çok haritaları ile ön plana çıkan bir eser durumundadır.

W. D. Hütteroth’un konuyla ilgili diğer bir çalışması da, 2002 yılında makale boyutunda ele aldığı ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihi Coğrafyası’ başlıklı eseridir. Hütteroth bu makalesine, 15.-16. yüzyıllardaki Osmanlı imparatorluğu topraklarına fiziki coğrafya açısından bir giriş ile başlamıştır. Arkasından yine bu dönemdeki tarım hayatı, ulaşım, yerleşmelerin kuruldukları sahalar, kentler, konar-göçerler, nüfus gibi konular üzerinde durmuştur.

Coğrafyacı olup da, geçmişten kalan belgelere yani birinci el arşiv malzemelerine dayanarak tarihi coğrafya çalışan ilk Türk coğrafyacı Mesut Elibüyük’tür. Elibüyük arşiv belgesi yayımı olarak Malatya ve Maraş tarhrir defterlerini yayınlamış, daha sonra 1990 yılında Türkiye’nin Tarihi Coğrafyası Açısından Önemli Bir Kaynak: Mufassal Defterler başlıklı makalesinde konuya ilişkin görüşlerini belirtmiş ve 1567 tarihli Harput Tahrir Defteri örneğinde nasıl çalışma yapılması gerektiğini göstermiştir. Özellikle 1990’lardan sonra bu konuda araştırma yapan coğrafyacıların sayısında eskiye oranla biraz artış bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Osmanlı dönemi, özellikle de Türkiye'nin XVI. yüzyıl tarihi coğrafyası konusunda çalışmalar yapan Osman Gümüşçü olup, diğer coğrafyacılar (Ş. Işık, M. Bayartan gibi) genellikle sonraki dönemler üzerinde çalışmaktadırlar. O. Gümüşçü’nün doktora tezi, tahrir defterlerinden hareketle bir tarihi coğrafya araştırmasının nasıl yapılacağını uygulamalı olarak gösteren çalışması, Tarihi Coğrafya Açısından Bir Araştırma: 16. yüzyıl Larende (Karaman) Kazası’nda Yerleşme ve Nüfus, bu alanda öncüdür. Söz konusu eser 2001 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. O. Gümüşçü Türkiye’de ilk defa tarihi coğrafyanın modern anlamda ne olup olmadığını, konusunu, sınırlarını, kavramlarını, kaynaklarını ve metotlarını Tarihi Coğrafya isimli eser ile ortaya koyan Türk bilim adamıdır. Doktora sonrası tüm çalışmalarını bu alana hasreden Gümüşçü, araştıma ve yayınlarını derinleştirerek ve yenilikler getirerek sürdürmektedir. Ayrıca tarihi coğrafya sahasında yüksek lisans ve doktora öğrencileri de yetiştirerek, başlattığı çalışmaların devamlılığı ve daha da gelişerek ilerlemesine katkı sağlamaktadır.

Tarihi coğrafya'nın bilimsel sistematikteki yeri

Tarihi coğrafya bilimsel sistematikte tanımından da anlaşılacağı üzere coğrafyanın içinde yer alır. Önünde tarihi ibaresi sadece yapılan işin geçmiş bir zaman diliminde yapıldığını ifade eder. Yapılan çalışma bir coğrafya çalışmasıdır ve modern coğrafyadan tek farkı ilginilen zamanın geçmiş olmasıdır.

Tarihi coğrafya çalışmasını kimler yapabilir?

At binenin silah kuşananın veciz sözümüzde olduğu gibi ilke ve yöntemlerine uygun olmak kaydıyla herkes tarihi coğrafya çalışması yapabilir. Ancak yapılan çalışma coğrafya biliminin içinde yer aldığından coğrafi mekanı bilmeyi yani coğrafya formasyonuna sahip olmayı gerektirir. Çalışılan dönem geçmiş olduğu için araştırılan dönemin kaynaklarını bilmenin yanı sıra, tarihi bilmeyi de zorunlu kılar. Şu halde tarihi coğrafya, tarih ile coğrafya arasında bir ara kesit, interdisipliner bir alandır. Tarihi coğrafya çalışması yapacak bir coğrafyacının tarih; aynı şekilde bir tarihçinin de coğrafya öğrenmesi elzemdir.

Tarihi coğrafya bakış açısı araştırmacıya ne katkı sağlar?

Tarihi coğrafya bakış açısı araştımacılara farklı bir pencereden görme imkânı tanır. Bu bakış açısına sadece tarihi coğrafyacıların değil aynı zamanda mekan üzerindeki bir konuyu çalışan her araştırmacının (tarih, sosyoloji, edebiyat vd.) sahip olması gereklidir. Bu konunun önemine binaen geçmiş ve günümüzden örnekler vermek mümkündür. Geçmişten bir örnek olarak 15. yüzyıl başlarında vefat eden İbn-i Haldun’un Mukaddime isimli eserinde bir bölümde şu ifadelere yer verilir: Birçok tarihçinin İsrail ordusu hakkındaki sözleri bu cümledendir. Bu tarihçilere göre Musa, yirmi ve bundan yukarı yaşta bulunan ve silah kullanabilecek olanların orduya intisab etmelerine müsaade ettikten sonra Tih çölünde askerini saydığında, bunların miktarı güya 600.000’den fazla olmuş. Bu haberi rivayet eden zat, Mısır ile Şam’ın bu kadar orduyu içine alabilecek genişlikte ve büyüklükte olup olmadığını takdir etmeyi unutuyor. Her memleket kendi büyüklüğüne göre besleyebileceği sayıda asker bulundurabilir, o sayıdan fazlasına tahammül edemez, dar gelir. Malum adetler ve alışılmış haller buna tanıklık eder. Arazi dar geldiği ve saflar teşkil edilince gözle görülebilecek yerden iki, üç misli ve bundan fazla uzaklıkta bulunduğu için, bu kadar büyük sayıdaki iki ordunun birbiri üzerine yürümesi ve savaşması imkânsızdır. Söz konusu örnekte görüldüğü üzere mekan bilgisine sahip olmadan ya da mekana hiç gitmeden yazılan bir tarih olası hatalara gebedir. Mekana dair bir konu ele alınırken mutlak surette olayın geçtiği alanda arazi çalışması yapılmalıdır. Böylece belge ve ikincil kaynaklardan elde edilen bilgilerin test edilme imkânı doğacak ve neticede daha isabetli sonuçlara ulaşılacaktır.

Konuya ilişkin güncel bir örnek ise, Ankara Savaşı’nın gerçekleştiği mekanla ilgili tartışmalardır. Erken dönem Osmanlı kroniklerinde Timur ile Bayezid Ankara kurbunda karşılaştılar derken daha sonraki kroniklerde savaşın Çubuk Ovası’nda gerçekleştiği ifade edilmiş ve birçoğumuzun bildiği üzere bu bilgi yaygınlaşmıştır. Ancak H. Çetin Timur’un Anadolu Seferi ve Ankara Savaşı başlıklı doktora tezinde savaşın Çubuk Ovası’nda değil, Haymana yakınlarında Culug köyü çevresinde geçmiş olabileceğini Timur kaynaklarından ve toponimik verilerden hareketle dile getirmiştir. Konuya ilişkin olarak M. Ataol tarafından iki havzayı (Çubuk ve Haymana) hidrografik özellikler, ordunun ilgili alanlarda sıralanabilişi/savaş durumuna geçebilmesi ve savaş meydanına ulaşım gibi faktörleri gözönüne alarak karşılaştırmıştır. Yapılan analizler neticesinde elde edilen bulgular savaş mekanının Haymana’nın daha uygun olduğuna işaret etmiştir. Yakın zamanda gerçekleştirilen Ankara Savaşı Nerede Oldu? Çubuk mu? Haymana mı? konulu panelde savaş mekanı tartışılmış daha sonra Culug köyü ve yakın çevresinde bir arazi araştırması yapılmıştır. Söz konusu alanda H. Çetin, O. Gümüşçü ve M. Ataol ova içerisinde büyük bir mezarlık ile karşılaşmışlardır. Söz konusu mezarlık yakınında herhangi bir yerleşimin bulunmaması ve toponimik ipuçları savaş alanının Haymana çevresinde olduğunu teyit eder niteliktedir. Tabii ki ilgili alanda arkeolojik ve antropolojik çalışmalar ile söz konusu savaş mekanıyla ilgili durum netlik kazanabilecektir.

Bu iki örnekte de tarihi olaylarda tarihi coğrafya araştırma yöntem ve tekniklerinin ne denli önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu gibi örneklerin sayısını artırmak mümkündür. Mekanı ihmal ederek çalışma yapmaktan sakınmak olabildiğince konu ve olayların geçtiği mekanı görmek ve adeta bir zaman tüneline girmişçesine geçmiş dönemi zihinde canlandırabilmek araştırmacıya oldukça önemli avantajlar sağalayacaktır.

Kaynakça

  1. Osman GÜMÜŞÇÜ, 2010. Tarihi Coğrafya, Yeditepe Yayınları, İstanbul.
  2. Memiş, Ekrem (1990). Tarihi Coğrafyaya Giriş,Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya, s.5.
  3. İlker YİĞİT, 2013. Tarihi Coğrafya'ya Dair, Çankırı
  4. Butlin, R. A. (1993). Historical Geography, Through the Gates of Space and Time. Edward Arnold, London, s.26.
  5. Osman GÜMÜŞÇÜ (Edt.), 2013. Tarihi Coğrafya,Anadolu Üniv. Açıköğretim Fakültesi Yayınları, s.4.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.