Kitle

Türk Dil Kurumu sözlüğünde kitle, ‘bir yerde toplanmış, bir araya gelmiş insan topluluğu, kütle’ olarak tanımlanıyor. İkinci bir anlamı ise, ‘belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı’ .[1]

Kitle

Klasik siyaset düşünürlerinin ortaya koyduğu siyasal kuramlar temel olarak, siyasal varlığın ortaya çıkışını; insan, doğa güç ilişkilerinin düzenlenişine bağlı olarak açıklamaya odaklanmışlardır. Bu bakımdan, bugün sorunsallaştırılan kitle kavramı, bu kuramlarda tali bir meseledir. Kitle söyleminin gelişmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin toplumsal hayatın geleneksel kontrol mekanizmalarını çözmesiyle yakından ilgilidir. Meta ilişkilerinin toplumsal hayatın geleneksel kontrol mekanizmalarını çözmesiyle bağlarından kurtulan insan yığınları, tarih sahnesinde daha etkili bir güç olarak yer almaya başlamıştır. Özellikle Fransız Devrimi sonrası literatürde, kitlelerin bu devrimdeki rolleriyle de doğrudan ilişkili olarak, kitlelerin ortaya çıkış koşulları, çeşitleri, etkisinde kaldıkları faktörler ve yönetilebilirlikleri meselesi üzerinde duran bir literatür oluşmaya başlar .[2]

Kitle söyleminin gelişmesi, siyasal öznenin kavranışındaki iki önemli dönüşümle de nedensellik bağı içerisindedir. İlk olarak, akılcı ve bilinçli bir varlık olarak görülen bireyin, kitle içerisinde akıl dışı ve kolayca yönlendirebilen bir karakter kazandığı söylemi gelişmeye başladı. Bireyin bu özelliği her ne kadar modern siyaset düşünürlerince de fark edilmişse de vurgulanan yan, hiçbir zaman bu olmamıştır. Vurgunun buraya kaymasıyla kolektif siyasi özne tahayyülü de etkilenir. Kitlelerin form ve büyüklük açısından bazı farkları olsa da, her kitle türünde işlevsel açıdan ortak birkaç özellikten söz etmek mümkündür; bireylerin kitleyle olan bağı organiktir ve bireyler kendi işlevlerini kitlenin bütünselliğiyle tutarlı bir şekilde yerine getirir .[3]

Kitle söyleminin genel siyasal tahayyül üzerindeki etkilerini ortaya koyabilmek amacıyla, ilk olarak skalanın bir ucunda duran ve kitle söylemini iktidar mantığı açısından yapılandıran Gustave Le Bon’un kitle kuramına, daha sonra çeşitliliğin diğer ucunda yer alan ve kitle söylemini, özgürlükle arasındaki bağ üzerinde temellendiren Elias Canetti'ye değinmek yerinde olacaktır.

Kitle söylemleri

Kitle Söylemini İktidar Mantığı Açısından Yapılandıran Düşünür: Le Bon

Gustave Le Bon’un kitle kuramı, insanın tek başınayken büründüğü karakterin, sergilediği davranış şeklinin kitle içerisindeyken değiştiği düşüncesi üzerinde şekillenir. Buna göre, kitlenin varoluşu tek tek onu oluşturan bireylerin varoluşundan farklı ve bağımsızdır. Bu durum da, kitlenin kendisini oluşturan bireylerden farklı bir karaktere sahip olmasına neden olur. Diğer bir ifadeyle kitle, tek tek bireylerin özelliklerinin aritmetik toplamından farklı bir bütünlük imgesidir. Bireyler ise, kitle içerisinde kendi karakterlerinden ayrılarak bütünlüğün gerektirdiği kurallara uygun davranışlar sergilemeye başlarlar .[4]

Bu bakımdan kitlenin varoluş özeliklerinden en temeli, kitleyi oluşturan bireylerin bilinçli varoluşlarının, kitle içerisinde oldukları sürece ortadan kalkmasıdır. Gustave Le Bon’a göre, bunun üç temel nedeni vardır. Bunlardan ilki, kitlenin insanda mevcut olan içgüdüleri serbest bırakmasıdır. Bireylerin kendi başlarınayken frenledikleri içgüdüleri, kitle içerisine girdiklerinde açığa çıkar. Bunun sebebi, kitlenin sağladığı tir.anonimlik Bu sayede bireyler, cezalandırılma korkusu olmadan, frenledikleri davranışlarını açığa çıkarma imkanı bulurlar. Bununla birlikte, bireylerin bu şekilde davranması ancak ve ancak kitleyi oluşturan bireylerin tamamının bu şekilde davranmasıyla mümkündür. Zira ancak bu sayede kitle, anonimlik sağlayabilir. Buradan hareketle kitle içerisinde insan davranışlarının değişmesinin bir nedenin de, duygu ve düşüncelerin bulaşıcı olması olduğu söylenebilir. Son olarak, insanlar kitle içerisinde telkine son derece açıktırlar .[5]

Kitle içerisindeyken birey, kendi iradesini bir kenara bırakarak bilinci dışında gelişen kolektif iradeye tabi olur. ‘Bu bağlamda, kitlenin kişilerin birbirinden farklı zihinsel yeteneklerinin toplamı olmadığı, herkeste ortak olarak var olan bir temel üzerinde yükseldiğini vurgulamak önem taşımaktadır.’ Gustave Le Bon için bu ortak temel bilinç dışıdır. Bilinç dışı ise, akılcılığın etkisinin en aza indiği ve ırka özgü güdü ve arzuların zaferini ilan ettiği düzeyi anlatır .[6]

Bilinç dışının egemen olduğu kitlede, bireyler akıllarını bir kenara koyarlar ve duygusal ve ruhsal durumları, atalarımızın vahşi düzeyine kadar geriler. Uygarlığın, temelde insandaki vahşi ve yıkıcı yönlerin bastırılması üzerinde kurulduğunu düşünürsek, kitle, uygarlığın karşıtı konumundadır. Yine kitlenin bireyin bilinçli varoluşunu ortadan kaldırdığını düşünürsek, kitle içerisindeki bireylerin muhakeme yeteneklerinin de gerileyeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan kitle içerisindeki birey, anlamları açıkça belirlenmiş kavramlar ve aklın ilkeleriyle değil; hayaller, kelimeler ve basit formüller üzerine inşa edilen slogan aracılığıyla kolayca yönlendirilebilecek haldedir. Bu bireyler, olguları bütün ve basit olarak kavramaktan hoşlanır ve bu olguların içerdiği zenginliğe ve detaylar arasındaki farklara gözlerini kapatırlar. Diğer bir ifadeyle; ‘kitleler için ara durumlar yoktur.’ Onlar gerçeği ya bütün olarak reddederler, ya da bütün olarak kabul ederler. Başka bir seçenek mümkün değildir .[7]

Ancak kitleleri manipülasyona son derece açık hale getiren en temel özellikleri, telkine açık olmalarıdır. Yine kitlelerin belirli teknolojiler aracılığıyla maniple edilebileceği düşüncesinin temelinde de, kitlenin bu özelliği yatar. Liderler, her düzeyde telkine başvurabilirler ancak, telkinin hedefe ulaşması, liderin bu potansiyele sahip olması ile mümkündür. Gustave Le Bon, liderlerin sahip olduğunu varsaydığı bu potansiyeli, prestij olarak adlandırır. Prestij kavramını da şu şekilde betimler;

‘Gerçekte prestij, bir birey, eser ya da fikrin zihnimiz üzerinde icra ettiği bir tahakküm tarzıdır. Bu tahakküm, eleştiri yeteneğimizi bütünüyle felç eder ve ruhumuzu hayranlık ve saygıyla doldurur. Açığa çıkartılan bu duygu, tüm diğer duygular gibi anlaşılması oldukça güç olmakla birlikte, hipnotize edilmiş kişinin tabi olduğu büyülenme ile aynı türden bir şeymiş gibi görünmektedir. Prestij, tüm otoritenin esas kaynağını oluşturur. Ne tanrılar, ne krallar, ne de kadınlar o olmadan hüküm sürebilmişlerdir .’[8]

Le Bon, prestij ile hipnoz arasında işlevsel bir bağ kurar. Her ne kadar hipnoz kavramını Jean Martin Charcot’un terminolojisinden almış olsa da, Charcot’un hipnozun sadece psikopatolojik özellikler gösteren insanlar üzerinde etkili olacağı fikrine katılmaz. Bu bakımdan Nancy Okulu’na yaklaşır ve hipnozun psikolojik olarak sağlıklı insanlar üzerinde de etkili olabileceği görüşünü benimser. Ona göre, prestij de insanlar üzerinde hipnoz etkisi yaratmaktadır. İnsanların eleştiri yeteneklerini ortadan kaldırarak, onları liderlerinin emrine amade hale getirir. Liderler, kitle üzerinde hipnoz etkisi yaratabilmek için arzularını açık ve kesin doğrular şeklinde iletmeli, istekler sık sık tekrar edilmelidir. İletilen arzuların tutarlı olması gerekmez, bireyler hipnoz halinde ve telkine açık olduğundan, iletilen fikirler herkese bulaşır. Diğer bir ifadeyle, doğrulama, tekrar ve bulaşıcılık sayesinde liderlerin istekleri kitlelere benimsetilebilir .[9]

Liderin prestiji ve gücü arasında doğru orantı vardır. Lider, gücü oranında prestij sahibidir ve kitleyi de gücü oranında maniple edebilir. Ancak bu güç eş zamanlı olarak liderin yumuşak karnıdır. Zira kitle üzerinde hipnoz etkisi yaratan prestij, liderin gücüne bağlı olduğundan, liderin sürekli güçlü olması gerekir .[10] Gücün azalması halinde, liderin prestiji azalacak ve kitlenin lidere duyduğu saygı ortadan kalkacaktır. Bu durumda, lider ile kitle arasındaki bağ kopar ve hatta Le Bon’a göre kimi zaman kitle lideri ortadan kaldırmak isteyebilir. Kitlenin başarısızlık karşısında vereceği tepki de, liderin bir zamanlar sahip olduğu güç ve prestij ile orantılı olacaktır .[11]

Le Bon da kitle içerisinde bireysel farklılıkların ortadan kalkmasından başka, üzerinde durulması gereken bir diğer özellik, Le Bon’un ifadesiyle ‘kalabalıkların zihinsel birliğidir’. Le Bon, bunun bir yasa olduğunu söyler ve iki temel sonucu olduğunu belirtir; kitle içerisinde bireysel nitelik farklarının ortadan kalması ve tüm üyelerin eşit olması, ikincisi ise farklı etmen ve amaçlar için ortaya çıkmış kalabalıkların tümünün aynı zihinsel yapıya sahip olduğunun kabul edilmesidir.

Daha açık ifade etmek gerekirse, ilki kalabalık içerisindeki bireyler arasındaki sosyal ve ekonomik farkların ortadan kalkmasına işaret eder. Kitle içerisinde bireysel üstünlükler ortadan kalkar ve bu sayede herkes ırkın temel biyolojik özelliklerine doğru geri çekilir .[12] İkinci sonuca göre ise sadece belirli bir kitleye mensup olan bireyler birbiriyle eşit değildir, yanı sıra farklı sosyal ve siyasal birlikler de birbiriyle eşittir. Le Bom’un kalabalık kuramının en önemli sonuçlarından birdir: Bu sayede sadece heterojen topluluklar değil, bunlar gelişigüzel bir şekilde bir araya gelmiş sokak topluluklarıdır, yanı sıra ordu, dini ve siyasi birlikler, köylülük ve burjuvazi gibi homojen topluluklar da bir kitle olarak ele alınmalıdır. Bu iki tür topluluk da birbiriyle eşittir ve her biri kitle psikolojisinin ilkelerine tabi olabilir .[13]

Le Bon’un kitle kuramını kendinden öncekilerden ayıran iki temel noktadan biri bu sonuçtur; kitle kavramının parlamento, jüri ve ordu gibi homojen toplulukları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. İkinci olarak da, kitlelerin yıkıcı ve adli yanlarının olduğunu saptamakla yetinmemiş, kitlelerin denetlenebilir olduğunu da göstermiştir.

Le Bon’un modern dönemi kalabalıklar çağı olarak adlandırmasının sebebi de budur. Homojen toplulukları da kitle kavramının içine dahil ederek, modern siyasal hayatın işleyişinin kurumsal ve işlevsel çerçevesinin merkezine kitleyi oturtmuştur ve artık kolektif eylem pratikleri kitle psikolojisinin konusu haline gelmiştir. Yine buradan hareketle bu çağda kitlelerin egemenliği ele geçirdiğini belirtir. Bu çağda kalabalıkların kutsal hakları, kralların kutsal haklarının yerini almaya başlamıştır. Böyle bir toplumda, siyasal sorunun çözümünü de kitle psikolojisinde aramak gerekir. ‘Kalabalıklar psikolojisinin bilgisi, giderek güç bir mesele haline gelen kalabalıkları yönetme isteğinde olmayan, sadece onlar tarafından bütünüyle yönetilmek istemeyen devlet adamının elindeki son kaynaktır .’[14]

Le Bon, Bastille Baskınından, Napolyon’un darbesine kadarki süreci kitlelerin psikolojisini betimleyen bir anlatı geliştirmek üzere kullanır. Bu anlatının temel amacı, egemenin nasıl ortaya çıktığına ya da egemenliğin sınırlarının ne olduğuna ilişkin ontolojik meselelere eğilmek değil, politik faaliyetin rutin seyri esnasında ortaya çıkabilecek problemlere çözüm üretmektir. Diğer bir ifadeyle egemenliği gerekçelendirmek, meşrulaştırmak gibi bir amaç gütmemiştir. Bunun yerine egemenliğin öznesi olan halk kalabalıklarının siyasal güç olarak potansiyellerini çerçevelemeyi amaçlamıştır .[15]

Bu amaca yönelik olarak Le Bon’un devlet adamlarına birtakım önerileri olmuştur. Örneğin vergi toplama faaliyetinin tek seferde ve büyük meblağlar halinde toplanması yerine, taksitlendirilerek daha küçük parçalar halinde toplanmasının kitle psikolojisine daha uygun olacağını söyler. Bu yolla daha az tepki çekileceğini savunur .[16]

Özetlemek gerekirse, Le Bon’a göre her toplumun gelişigüzel olarak bir araya gelmiş insanların oluşturduğu kalabalıklar halinde yaşadığı başlangıç dönemi, o toplumun barbarlık çağıdır. Bu barbarlık çağından çıkış ise insanları birleştirecek ortak bir idealle mümkün olabilir. Zaman içerisinde bu idealin oluşmasıyla sanatta, bilimde, siyasette daha ileri giden topluluklarda, yine zamanla kaçınılmaz olarak bu ideal çözülür ve insanlar tekrar kalabalık halini alır. Bu bakımdan Le Bon’a göre kalabalıkların egemenliği, modernliğin çöküşü ve barbarlık aşamasına dönüşün belirtisidir. Fransız Devrimi de bu dönüşün en önemli göstergesidir. Bu bağlamda kitle psikolojisinin Le Bon’cu varyantı geniş yığınların eşitlik taleplerine verilmiş bir tepkidir .[17]

Kitle Kuramını Özgürlükle Bağı Üzerine Kuran Düşünür: Canetti

Kitle söyleminin Le Bon’la birlikte kitlenin özelliklerini benimsemenin ötesine geçmiş ve kitlelerin denetimi meselesine yönelmiştir. Bu yönelimin odağında, batı uygarlığı kazanımlarının tarih sahnesinde daha etkin rol oynamaya başlayan kitlelerce tehdit edildiğine ilişkin endişe yatar. Yine bu yönelim, dolaylı olarak liderlik tartışması yaratır ve Freud da bu bakımdan liderlik sorununa daha geniş yer veren bir kuram ortaya koymuştur. Freud gibi Avusturya’da yaşayan Elias Canetti ise, kitle kuramını özgürlük ve eşitlik ekseni üzerine oturtur .[18]

Canetti’nin diğer pek çok düşünürden farkı, kitle kuramını literatürden ve diğer insanların gözlemlerinden hareketle değil, bizzat kendi gözlemlerinden yola çıkarak oluşturmuş olmasıdır. Bu deneyimlerinden iki tanesi Canetti’yi çok etkilemiştir. İlki 1922 yılında, kendisinin de bulunduğu Frankfurt’ta bakan Walther Rathenau'nun ( Weimar Cumhuriyeti döneminde Dışişleri Bakanlığı yapan Yahudi politikacı) öldürülmesinin yarattığı toplumsal olaylar, ikincisi ise 15 Temmuz (1927) Devrimi olarak geçen Viyana Ayaklanması’dır .[19]

Canetti, Frankfurt’taki olayda işçi yığınlarına ilişkin izlenimlerini şu şekilde ifade eder; ‘Güçlü bir inancın fışkırdığı topluluğu oluşturan işçilerin davranışlarında tutarlılığı yansıtan bir şey vardı.’ Yerçekimi gücü gibi bir çekimle kitlenin kendisini çektiğini belirten Canetti, kitleye katılmanın kafasında daha önceden de var olan bir soruyu tetiklediğini belirtir; ‘Kalabalıkta, kitlenin içerisinde sizin başınıza gelen şey, yani bilincin tümüyle değişmesi, hem şiddetli, zorlayıcı hem de anlaşılmaz bir şeydi. Bunun ne olduğunu bilmek istiyordum. Bu soru, sürekli olarak kafamda dolaşıyordu, yaşamımın büyük bir bölümünde de dolaşmaya devam etti .’[20]

Canetti’yi etkileyen ikinci büyük olay, işçilerin öldürülmesine hiçbir ceza verilmemesi üzerine, tepkilerini ortaya koymak üzere işçilerin adliye sarayını basması ve bu olay neticesinde de 90 kişinin öldürülmesidir. Canetti’nin bu olaya ilişkin tecrübeleri, kitle psikolojisine ilişkin de çok önemli ipuçları vermektedir;

''Olayların üzerinden elli üç yıl geçti, gene de o günkü heyecanı hala kemiklerimde duyuyorum. Benim de katılımımla gerçekleşen, bir devrime en yakın şeydi o. O günden beri Bastille’nin alınmasına ilgili tek bir sözcük okumak zorunda olmadığımı kesin olarak biliyordum. Kitlenin bir parçası olmuştum, tam anlamıyla içinde erimiştim, kitlenin yaptıklarına en küçük bir direnç duymuyordum içimde. Öyle bir ruh hali içinde olmama karşın, gözlerimin önünde cereyan eden bütün sahneleri tek tek ve somut olarak kavradığıma şaşırıyordum''.[21]

Canetti’nin bizzat kendisinin de tecrübe ettiği bu olaylardaki gözlemlerinden yola çıkarak oluşturduğu kitle kuramına göre, kitle oluşmak ve eyleme geçmek için bir lidere ihtiyaç duymaz. Lider, kitleyi kuran değil istismar eden bir faktördür. Özgürlükçü bir kitle kuramının temel meselesi ise, kitlenin liderden nasıl kurtulacağı sorusu olacaktır. Bu soruya cevap vermek için kitlenin zamanda ve mekanda yayılımını, var ve yok olduğu durumları incelemek gerekecektir.

Kitle, zamanda ve mekanda kapsayıcı olarak var olmasına rağmen, modern bir fenomen olarak algılanması yanılsamadır .[22] Modern zamanlarda nüfusun artması ve artan kentleşme sebebiyle kitleler daha sık ve daha çok oluşmaya başlamıştır. Bu artış karşısında ne insanlar kitleyi görmezden gelmeye devam edebilmiş ne de liderler kitlelerin oluşmasını engelleyebilmiştir. Modern zamanlarda kitle oluşmamış, yadsınmasının koşulları ortadan kalkmıştır. Tarihin bütün dönemlerinde kitle formasyonları var olmuş, ancak özel algı ve siyasi kurgu bunun görünür olmasının önüne geçmiştir .[23]

Kitle, dokunulma korkusunun ortadan kalmasıyla oluşur. Canetti’ye göre, insanı bilinmeyenin dokunuşundan daha fazla korkutan bir şey yoktur. Etraflarında yarattıkları bütün mesafelerin nedeni de bu dokunulma korkusudur. Bu korku, kalabalık içine karıştıkları zamanlarda da onları terk etmez. Sokakta, lokantada, trende veya otobüste, insanlar, birbirlerinin yanı başında durup onları gözlemlese de gerçek bir temastan kaçınmaya devam ederler .[24]

İnsanın bu dokunulma korkusundan kurtulduğu tek yer, kitledir. Bireyin ‘kendisine yaslananın kim olduğunu artık fark etmemesi için bu kitle fiziksel bakımdan da yoğun ve sıkışık olmalıdır. İnsan kendini kitleye bırakır bırakmaz, artık kitlenin dokunuşundan korkmaz olur. İdeal durumda, kitle içinde herkes eşittir; kitle içinde cinsiyet dahil hiçbir ayrımın önemi yoktur. Kitlenin içinde kendisini iten her kimse, o da kendisi gibi biridir. Onu, kendisini duyumsuyormuş gibi duyumsar. Birden bire her şey tek ve aynı bedende oluyormuş gibi olur. Belki de kitlenin yoğunlaşmaya çalışmasının nedenlerinin biri budur: Kitle her bireyi dokunulma korkusundan, mümkün olduğu kadar bütünüyle kurtarmak ister. İnsanlar birbirlerine ne kadar kuvvetli yaslanırlarsa, birbirlerinden korkmadıklarından o kadar emin olurlar. Dokunulma korkusunun bu karşıtına dönüşü kitlelerin doğasında vardır. Rahatlama hissi yoğunluğun en çok olduğu yerde en çarpıcıdır .’[25]

Kitleyi oluşturan bireyler arasında her türlü farkın ortadan kalkması durumunu Canetti deşarj kavramıyla isimlendirir. Deşarj, kitle için olmazsa olmaz koşuldur. Kitleye dahil olan herkes, deşarj anında farklılıklarından kurtularak kendini diğerleriyle eşit hisseder. İnsanlar arasındaki farklılıklar, hiyerarşiler türlü türlüdür ve her yerde insanların birbirlerine karşı davranışlarını belirler. İnsan, diğerleriyle arasına koyduğu mesafelerin yükünü sırtında taşırken, hiyerarşik olarak üstün olma duygusu onu tatmin etmez hale gelir. Çünkü kişi, bu mesafelerle hareket özgürlüğünü de sınırlamış olur. Bir noktadan sonra, bu mesafeleri kendisi koyduğunu da unutur. Mesafelerin etkisiyle taşlaşan ve çoraklaşan insan, bu mesafelerden kurtulmayı özler. Fakat bu, tek başına başarabileceği bir şey değildir. İnsanlar mesafelerin omuzlarına yükledikleri bu yükten ancak hep beraber kurtulur .[26]

İşte deşarj anı, kitlenin içerisindeki herkesin mesafeleri ortadan kaldırarak kendini diğerleriyle eşitlediği andır. ‘Arada neredeyse hiçbir uzamın kalmadığı o yoğunluk içinde, vücut vücuda abanır, her bir insan diğerine kendisine olduğu kadar yakındır; sınırsız bir rahatlama hissi ortaya çıkar. İşte insanlar, hiç kimsenin diğerinden daha üstün ya da daha iyi olmadığı bu mutlu an uğruna bir kitle oluştururlar.’ [27]

Canetti’ye göre, kitlenin dört temel niteliği vardır; büyüme, eşitlik, yoğunluk ve yönelim. Buna göre, kitlenin büyümesinin hiçbir doğal sınırı yoktur ve kitle her zaman büyümek ister. Kitle içerisinde mutlak bir eşitlik vardır ve en temelde insanların kitleden uzaklaşmalarına sebep olacak hiçbir şeyi görmemelerinin sebebi de bu eşitlik durumu uğrunadır. Kitle yoğunluğu sever ve kendisini hiçbir zaman çok yoğun bulmaz; kendisine ait parçalar arasında hiçbir şey olmamalı ve onları bölmemelidir. Son olarak kitlenin bir yöne gereksinimi vardır. Bir kitle, tek tek üyelerin dışında, ancak bütün üyelerin paylaştığı ulaşılmamış bir hedef var olduğu sürece var olabilir .[28]

Canetti, kapalı/açık, ritmik/durgun, yavaş/hızlı, görünür/görünmez, çifte/tekil gibi değişik ölçütlere göre kitleleri sınıflandırır . Fakat bunu yaparken olası tüm kitle türlerini kapsayacak bir sınıflandırma yapma amacı da iddiası da yoktur. Aksine Canetti, kendinden önceki kuramcılardan farklı olarak kitlelerin çok çeşitli varoluşa sahip olduklarını göstermek ister. Bu tarz kategorileri çoğaltarak, kitlelerin görmezden gelinmesini zorlaştırmak ve onlara özgü betimlemeler sayesinde tutum ve davranışlarını anlaşır kılmak amacındadır .[29]

Canetti’yi önceki kitle kuramcılarından ayıran bir diğer özellik, kitlenin temel biriminin birey değil ‘kitle kristalleri’ olduğuna ilişkin tespitidir. Kitle kristalleri, kitlelere girdi sağlayan, sabit, dayanıklı, küçük ve katı topluluklardır. Boyutları büyümez ve tarih içerisinde süreklilik arz ederler. Yanı sıra, kural olarak kitlelere bireysel katılım mümkün değildir, ancak bir kitle kristali vasıtasıyla kitleye dahil olunabilir. Bu yüzden kitlenin indirgenebileceği bir tekillik hali yoktur, ki zaten bu hal yukarıda değinildiği üzere, dokunulma korkusunun dışa vurumudur ve bu korkunun ortadan kalkması ise kitlenin en temel özelliğidir .[30]

Kitle kristalleri ve kitlelerin kökeni, değişmeden kalan sürülerdir. Sürünün etrafı boşlukla çevrili olduğundan ve ona katılacak kimse olmadığından sürüler büyümezler. Bu sebeple sürünün sınırlı sayıdaki üyelerinin her biri son derece kıymetlidir. Sürü, kitlenin dört temel özelliğinden biri olan eşitlik ve bir yöne sahip olma niteliklerine sahiptir .[31]

Canetti, sürünün kitleyle olan ilişkisini benzerlikleri ve farklılıklarını ortaya koyarak açıklamaya çalışır. Ona göre kabile, klan gibi sosyolojik kavramlar, stratejik bir şeyi temsil ederler. Oysa sürü, bir yerleşim birimidir ve dışa vurumları da somuttur. Sürü, kitlenin en eski ve en kısıtlı biçimidir ve modern anlamdaki kitle bilinmeden önce de var olagelmiştir. Bu sebeple kitlelerin davranışlarının kökenleri sürüde saklıdır. Sürü, çok basit bir şekilde kavranabilecek biçimlerde ortaya çıkmıştır ve bugün hala sürüden türemiş oluşumlar mevcuttur .[32] Buna göre şunu söylemek yanlış olmaz: Canetti, sürü kavramını ilkellik ile eşitleyen ilerlemeci bakış açısını paylaşmaz ve sürünün çok çeşitli, tarihsel bakımdan dayanıklı, her insana tanıdık gelecek bir kitle kristali olduğunu düşünür .[33]

Canetti’ye göre dört temel sürü biçimi vardır ve bu temelde sürülerin işlevlerine dayanılarak yapılmış bir sınıflandırmadır. Bunlar av sürüsü, savaş sürüsü, yas sürüsü ve artış sürüsü. Bütün sürü tipleri dinamiktir ve birbirlerine dönüşebilirler. Örneğin, ölüm yüzünden meydana gelen yas sürüsü, daha sonra ölünün öcünü almak amacıyla savaş sürüsüne, eğer başarılı olursa düşmanlarının sayısını azaltan ve kendi sayısını arttıran bir artış sürüsüne dönüşecektir. Bu örnekte yas sürüsü, daha sonra savaş sürüsüne dönüşecek, savaş sürüsü ise artış sürüsüne dönüşecek bir kitle kristali olmuştur .[34] Sürülerin bu değişkenliği tüm toplumsal olguların anlaşılması için ipuçları taşır.

Peki kitleleri bir arada tutan nedir? Canetti, bu bağı emirle ilişkilendirir. Ona göre, liderle kitle arasında sevgiye dayanan değil, yaralayıcı bir bağ vardır. Lider emri veren konumundadır ve her emir, içerdiği arzunun yerine getirilmemesi hali için bir yaptırım tehdidi içerir. Bu yaptırımların en tepesinde de ölüm cezası vardır. Bu sebeple her emir, ölüm cezasından pay alarak hükmünü icra eder ve bu durumda emri alanı yaralar. Diğer bir ifadeyle emrin içeriği, yaptırımdan bağımsız olarak emre maruz kalanda bir sızı yaratır. Bu sızı, emre uymakla ortadan kalkmaz ve her emirle birlikte sızı birikir ve kişiler için muazzam bir yük oluşturur.

Bu yükü en çok askerler arasında görülür, emre uyarak ve sonucunda terfi ederek kendileri daha üst emir konumuna ulaşarak bu durumdan kurtulmaya çalışırlar. Ancak her alanda olduğu gibi burada da emre uymak sızıyı ortadan kaldırmaz, aksine arttırır. Emir sistemiyle kurulan açık disipline, sızıların birikimiyle oluşan gizli bir disiplin eşlik eder.

Canetti’ye göre, yapay kitleleri bir arada tutan şey, lider ile izleyicisi arasında emir üzerinden kurulan yaralayıcı ilişkidir. Bu bakımdan mesele, liderin gücünün nasıl zayıflatılacağı değil, kitlelerin emre maruz kalmak dolayısıyla oluşan sızıdan nasıl kurtulacağını göstermektir. Bu, ancak emre karşı çıkmakla olabilir ve bunun da birkaç yöntemi vardır.

Bunlardan ilki, şizofrenik varoluşlardır. Şizofren bazen emri anlamadığı için bazense bile bile emredilenin tersini yapmak için emre karşı çıkar. Bunun dışında bir de şizofren katıldığı hayali kitlelerden aldığı güçle emre karşı çıkabilir. Ancak bütün bu hallerde, şizofren aslında tek başına olduğundan, şizofrenik karşı çıkışlar naiftir .[35]

Gerçekten etkili kaçış, ikinci bir yöntem olan karşıtına dönme kitleleriyle mümkündür. Karşıtına dönme, ancak birden fazla tabakanın var olduğu bir toplumda olabilir. Zira kitlenin maddi olarak yön değiştirmesi, bu şartla mümkün olabilecektir. Halkın imtiyazlı sınıflara, işçilerin burjuvaziye, askerlerin subaylara karşı dönmesi; bu biçim bir dönmeye örnektir. Bu süreç emir alanlardaki sızıyı kaldıracak, siyaset biliminde devrim olarak adlandırılacak bir hesap sorma sürecinin başlangıcıdır. Bu bakımdan Fransız Devrimi, Ekim Devrimi, Paris Komünü bunun tarihsel örnekleridir .[36]

Esasında kitleye katılma, sızıdan kurtulmanın en emin ve geçerli yoludur. Bireylerin kitle dışındayken birbirleriyle aralarındaki mesafenin yükü, biraz da emrin yarattığı sızıların birikiminin sonucudur. Bireyler, kitleye dahil olarak deşarj olurlar, bu sayede mesafelerin yükünden kurtulurlar. Yanı sıra, kitle içerisinde herkes birbirine eşit olduğundan kimse emir veren konumunda değildir. Bu vasıtayla yaratılan özgürlük hissi, kitle var oldukça yaşanabilecektir ve bu sebeple kitle bileşenleri kitlenin devamlılığı için ellerinden geleni yaparlar. Öte yandan, iktidarlar da aynı sebeple kitleyi hedef alırlar. Hayatta kalanlar, kitleye dahil olan bireyleri tekrar iktidarın çerçevesi içerisine alabilmek için kitleyi çözmeye çalışırlar .[37]

Bir liderin hayatta kalabilmesinin tek yolu, kendi taraftarları da dahil herkesi iktidarın çerçevesi içerisinde tutmaktır. Ancak bu sayede bireyler, onun için tehdit algısı olmaktan çıkar. Ancak bu tehdit algısı sebebiyle paranoyak ve hayatta kalan arasında önemli geçişler yaşanabilir. Hatta en ideal yönetici tipi, paranoyaklaşmaya başladıkça ortaya çıkar .[38] Bu bakımdan Canetti, kitleye ilişkin kendinden önceki kuramcıların, kitlelerin delilik ve gerileme durumunu temsil ettiği görüşünü paylaşmaz. Ona göre aksine, patolojik olan kitlesel varoluş değil, hayatta kalan olarak liderin varoluş tarzıdır .[39]

Hayatta kalan olarak liderin varoluş tarzının patolojik olarak nitelendirilmesinin bir sebebi, Canetti’ye göre hayatta kalmanın hayatı korumaktan başka bir şeyi ifade etmesidir. Buna göre, insanın avını ele geçirme yöntemleri oldukça kurnazcadır ve saldırı silahları savunma silahlarına kıyasla son derece gelişmiştir. Bu bakımdan kişi kendisini korumak ister, ancak yanı sıra bundan ayrılamayacak başka şeyleri de ister; başkaları ölürken hayatta kalmak için öldürmek ister; o ölürken başkaları sağ kalmasın diye hayatta kalmak ister.

Kitlenin lider merkezli çözümlemesi liderin hayatta kalma arzusunu görmezden gelir. Bu bakımdan iktidarın kitleleri uygarlık sınırları içerisinde tutmak üzere geliştirdiği teknolojiler, bir yandan hayatı geliştirmek ve düzenlemek adına kitlelerin ehlileştirilmesi stratejisini meşrulaştırmakta, öte yandan da yığınların savaş meydanlarına sürülmesine aracı olmaktadır .[40]

Canetti’ye göre, insanlık için üzerinde durulması gereken asıl tehlike de budur. Hayatta kalanın, herkesten sonraya kalma tutkusu, teknolojinin olanaklarıyla birleştiğinde ortaya çok büyük bir tehlike çıkmaktadır. Bugün tek bir insan dahi insanlığın sonunu getirebilecek güce sahiptir. Bu sebeple, hayatta kalanın denetlenmesi şarttır. Bunun en doğal aracı da insanların emirle yüzleşmeleridir. Diğer bir ifadeyle, asıl tehdit, kitlelerin yıkıcılığı değil, hayatta kalan olarak liderin karşısında durabilecek bir kitle kalmamasıdır .[41]

Kitle söylemleri ve Sosyal Kaynaşma

Her iki kitle kuramı bakımından bir kitlesel hareket şekli olan sosyal kaynaşmayı ele alacak olursak, Canetti’nin kitle kuramına uygun düşen bir içeriğe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Kaynaşma, topluluklar tarafından sergilenen bir kitlesel harekettir. Bir araya kümelenmiş benzer büyüklükteki hayvanlarda, özellikle kuşlar, arılar ve balıklarda görülür ve interdisipliner bir başlıktır. Terim, doğada böceklerin davranışından türetilmiştir. Bu davranışın klasik örneği, kritik bir kütleye ulaştığında bir kovandır. İşçiler yeni bir kraliçeyi büyütecekler ve daha sonra kovan bölünecek ve kovandan çıkacak ve yeni bir kovan için bir yer arayışında olacak. Belki de en şaşırtıcı şey, kovanın eylemlerini kontrol eden hiç kimsenin olmaması gerçeğidir. Denetleyici, yetki, koordinat etkisi yoktur .[42]

Sosyal kaynaşma, milyonlarca yıllık evrim tarihinde türlere hayatta kalmak adına sağladığı faydalar sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bu şekilde, doğa, kapalı-döngülü sistemlerde birlikte çalışarak sosyal varlıkların, problemleri çözerken ve kararlar alırken, bireysel üyelerin büyük çoğunluğundan daha iyi performans gösterebildiğini ve böylece nüfuslarının genel olarak hayatta kalmasını sağladığını göstermiştir .[43]

Sosyal kaynaşma, bir lider ve koordine eden kimse olmaması bakımdan Canetti’nin kitle kuramına uygun düşen bir hareket türüdür. Kitleyi liderin emri dolayısıyla yaralanan kişinin en önemli kurtuluş yollarından biri olarak gören Canetti’ye göre kitlesel hareket zaten lidersiz olacaktır. Onun ifadeleriyle; ‘birden bire her şey tek ve aynı bedende oluyormuş gibi olur .’[25]

Bu bakımdan, bir kitlesel hareket olarak sosyal kaynaşma özü gereği, Le Bon’un bir lider aracılığıyla kontrol altında tutulabilecek ve yönlendirilebilecek bir kitle tasavvurundan ziyade, Canetti’nin liderin verdiği emir dolayısıyla yaralanan ve çektiği acıdan kurtulmak üzere birbirine yaklaşan ve eşitlenen bireylerden oluşan, lidersiz, koordinesiz kitle tasavvuruna uygun düşecektir.

Kaynakça

  1. Türk Dil Kurumu, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=K%C4%B0TLE 5 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi..
  2. AYTAÇ, Ahmet Murat: Kitlelerin Ruhu; Sosyal ve Siyasal Kuramda Kitle Tahayyülleri, 2011, s. 128-129.
  3. AYTAÇ, s.130
  4. LE BON, Gustave; Kitleler Psikolojisi, Tutku Yayınevi, Ocak 2014, s. 24.
  5. LE BON, s. 29-30.
  6. AYTAÇ, s. 140.
  7. AYTAÇ, s. 141-142.
  8. LE BON, s. 129.
  9. AYTAÇ, s. 142-143.
  10. LE BON, s. 131-135.
  11. LE BON, s. 137-138.
  12. LE BON, s. 13-15.
  13. AYTAÇ, s. 144-145.
  14. LE BON, s. 17.
  15. AYTAÇ, s. 151.
  16. LE BON, s. 18.
  17. AYTAÇ, s. 153.
  18. AYTAÇ, s. 170-171.
  19. AYTAÇ, s. 171.
  20. CANETTİ, Elias; Kulaktaki Meşale, Bir Yaşamın Öyküsü, Çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, 1997, s. 81
  21. CANETTI, 1997, s. 229.
  22. Örneğin Benjamin’de kitle, modernlik tecrübesini sınırlı ve kısa yaşantılara indirgeyen kapitalist şehirleşmenin sonuçlarından biridir. Bununla bağlantılı olarak kitleler, kitlesel üretilebilirliğe uygun şekilde tasarlanmış üç sınıf ve tabakadan oluşur; şehirli proletarya, lümpen proletarya ve son olarak küçük burjuvazi.
  23. CANETTI, Elias; Kitle ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, Sekizinci Basım, İstanbul 2017, s. 19-20.
  24. CANETTI, 2017, s. 13.
  25. CANETTI, 2017, s. 14.
  26. CANETTI, 2017, s. 16-17.
  27. CANETTI, 2017, s. 17.
  28. CANETTI, 2017, s. 28-29.
  29. AYTAÇ, s. 176.
  30. CANETTI, 2017, s. 79-81.
  31. CANETTI, 2017, s. 101.
  32. CANETTI, 2017, s. 103.
  33. AYTAÇ, s. 178.
  34. CANETTI, 2017, s. 103-122.
  35. CANETTI, 2017, s. 347-350.
  36. CANETTI, 2017, s. 350-353.
  37. AYTAÇ, s. 185.
  38. CANETTI, 2017, s. 250-251.
  39. AYTAÇ, s. 186.
  40. FOUCOULT, Michel; Cinselliğin Tarihi I, Çev. Hülya Tufan, Afa Yayınları, s. 141-142.
  41. AYTAÇ, s. 188.
  42. What is Swarming?, https://agiletools.wordpress.com/2007/12/03/what-is-swarming 3 Aralık 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  43. Deneubourg, J.L., Goss, S.Collective Patterns and Decision Making. Ethology, Ecology, & Evolution 1: 295-311, 1989.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.