Botan Emirliği

Botan Emirliği (Kürtçe: Mîrektîya Bota), 1338-1855 yılları arasında hüküm süren ve Kuzey Kürdistan topraklarında tanınmış en büyük Kürt Emirliklerinden birisidir. Cizre, Şırnak ve Siirt'in Eruh ilçesini içine alan idari bölgeye Botan denmiştir.[1] Emirliğin adını aldığı Bûhtî Kürtleri orta çağlarda günümüz Hakkâri ili ile Musul arasında yaşamışlardır. Ayrıca Bûhtî Kürtleri, bazı tarihçiler nezdinde köken olarak Mervani hanedanının kurucusu olan Humeydi Kürtleri ile ilişkilendirilmişlerdir.[2] 16. Yüzyılda yaşamış olan Kürt tarihçi Şerefhan-ı Bitlisi kaleme aldığı şerefname adlı eserinde; Botan Emirliğinin, isminin cesaret ve savaşçılıklarıyla tanınmış olan Bûhtî aşiretinden aldığını ifade etmektedir.[3] Fakat Botan Emirliği sadece Bûhtî aşiretinden ibaret değildir. Buhtî aşireti yanında Dumbılî, Nûkî, Mahmudî, Şêx Taranî, Masakî, Raşkî, Pînkan, Dalam, Bîasturaî, Şîruyan, Didêran aşiretleri de Botan Emirliğine tabii aşiretler arasında yer almışlardır. Botan bölgesi, 14 bölgeye ayrılmaktaydı bu bölgelerin her biri kendi merkezine ve kendi kalesine ait bölgelerdi.[4] Azîzan Mîrleri veya Aziziye Beyliği olarak da bilinen Botan Emirleri klasik dönemlerinde muhtemelen bölge dahilindeki aşiretlere üstünlük sağlamak amacı ile neseb olarak kendilerini Halid bin Velid'e dayandırmışlardır.[5] Ayrıca Botan Emirlerinin, Azîzan Mîrleri olarak bilinmelerinin sebebi bu Emirliğin kurucusu olan İzzeddîn el-Bohtî'nin isminden kaynaklanmaktadır.[6] Botan Emirliğinin en etkili olduğu alan Kuzey Kürdistan bölgesinin günümüz Türkiye'si sınırları içerisinde yer alan Cizre bölgesi olmuştur. 1514 yılında Osmanlı ve Safevi kuvvetleri arasında gerçekleşen Çaldıran Muharebesi sırasında Botan Emirliği, Osmanlı tarafında yer almıştır. Botan Emirliği bu tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bir Hükûmet sancağı olarak varlığını devam ettirmiştir. Bedirhan Bey döneminde en parlak dönemini yaşamış olan Botan Emirliği daha sonra 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu içerisinde gerçekleşen merkeziyetçi reformlar ve izlenen yanlış politikalar ayrıca Bedirhan Bey'in Osmanlı İmparatorluğuna karşı isyan girişimi sonrası İzzeddin Şir Bey döneminde 1855 yılında dağılmıştır.

Botan Emirliği
Mîrektîya Bota
میرنشینی بۆتان (Kürtçe)
1338-1855
1835 yılında Kürt beylikleri
Başkent Cizre
Resmî diller Kürtçe
Tanınan bölgesel diller Ermenice

Yaygın diller

Farsça (edebiyat dili) ,

Türkçe (Osmanlı idaresinde yazışma dili)
Etnik gruplar
Kürtler,Ermeniler, Yezîdîler
Resmî din
İslam
Hükûmet Emirlik
Emir  
 1338-1362
İzzeddîn el-Buhtî (ilk)
 1848-1855
İzzeddîn Şîr Bey (son)
Tarihçe  
 Kuruluşu
1338
 Dağılışı
1855
Öncüller
Ardıllar
İlhanlılar
Osmanlı İmparatorluğu

Coğrafya

Botan Bölgesi günümüz Siirt'in Eruh ilçesi, Şırnak ve Şırnak'ın Cizre ilçesini kapsayan idari bölüme verilen bölge ismidir.[1] Ünlü coğrafyacı İbn Vâzıh el-Yakubî, Bûhtî Kürtleri'nin merkezi olan Cizre'yi tanımlarken “Cezîretu’l-Ekrâd” yani "Kürtler'in Cizresi" ifadesini kullanmıştır. Yakubî tarafından edinilen bu bilgiyi İzzeddîn İbn Şeddâd aktardığı vakit bahsi geçen şehrin “Cezîretu'l İbni Ömer” olduğunu ve buradaki Kürt nüfusunun fazlalığından ötürü şehrin bu isimle anıldığını ifade etmiştir.[7] Yâkût el-Hamevî ise bölge halkı hakkında Ermeniler ile iyi ilişkiler içerisinde olduklarını ve sağlam surlara sahip olduklarını ve bu surların ise bir kısmının Beşnevî, bir kısmının ise Bûhtî Kürtlerine ait olduğunu dile getirmiştir. Yâkût el-Hamevî'nin Bûhtî'lere ait bahsettiği surlar ise şunlardır; Curzakil, Atil, Allos, Baz el-Hamra, Elki, Ervah, Bahuha, Berho, Kinkiver, Nirve ve Hoşeb.[8] Şerefhan, Azîzan Mîrleri'nin sahip olduğu bölgelerden bahsederken Gurgîl, Berke, Eruh/Ervah, Piroz, Tanza ,Fınık, Tur, Heysem, Şah, Etil, Ermişat, Kiver, Dirde gibi dönemin stratejik önemine sahip kale ve kentlerden bahsetmektedir.[9]

Tarihçe

Kuruluş dönemi

Bu sayfa dizisi bir parçasıdır:

Kürtler ve Kürt Tarihi

Botan Emirliği, Fınık kalesi hakimi İzzeddîn el-Bohtî tarafından kurulmuştur.[10] İzzeddîn el-Bohtî döneminde Cizre bölgesi, İlhanlılar'ın bölgeye gönderdiği valiler tarafından yönetilmekteydi. 1330 yılında ölen Cizre valisi Taceddîn Bedil'in ölümü üzerine yerine oğlu Beklemiş vali olarak atanmıştır. Beklemiş babasının ölümü üzerine İlhanlılara elçiler ile birlikte hediyeler göndermiş ve Cizre bölgesini yönetmek istediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Beklemiş'in hoş hediyelerine ve saygısına binaen Cizre Bölgesine kendisi atanmıştır.[11] Bu sırada 1336 yılında Artuklu Beyliği, Hasankeyf Eyyubi Emirliği üzerine sefer düzenleme kararı almıştır. Bunun üzerine Hasankeyf Emiri Melik Adil bölgede güçlü bir orduya sahip olan Fınık kalesi hakimi İzzeddîn el-Bohtî'den yardım istemektedir. Bu savaş İzzeddîn el-Bohtî adına bir dönüm noktası mahiyetindedir. Zira bu savaş sonrası İzzeddîn el-Bohtî bölgede Hasankeyf Emiri Melik Adil'in desteğini alarak gücüne güç katacaktır. Artuklu ve Hasankeyf gerçekleşen savaşta İzzeddîn el-Bohtî, Melik Adil'in yardım çağrısını geri çevirmemiş ve savaşta Hasankeyf tarafında yer almıştır.Bu savaş sonrası Melik Adil, Fınık kalesi hakimi olan İzzeddîn el-Bohtî'nin en büyük destekçisi ve müttefiki hâline gelmiştir.[12] Tarih bu şekilde işlerken İlhanlılar'ın zayıflamasından fırsat bilen Cizre Valisi Beklemiş, merkezi yönetime vergilerini ödemiyor ve Cizre halkı üzerinde baskı kurmaya başlamıştır. İdari düzenin bozulduğu Cizre'de, bölge halkı çareyi bu dönem içerisinde hızla güç kazanmaya başlamış olan Fınık kalesi hakimi İzzeddîn el-Bohtî'ye giderek yardım çağrısında bulunmuş ve şikayetlerini bildirmiştir. İzzeddîn el-Bohtî, Cizre halkının bu şikayeti üzerine bölgede yaşananları araştırmış ardından müttefiki olan Hasankeyf Emirinden destek istemiş ve Cizre üzerine sefer düzenlemeyi planladığını bildirmiştir. Hasankeyf Emirinin desteği üzerine İzzeddîn el-Bohtî dönemin stratejik bir hamlesi olarak çevre bölgelere Sindî Kürtleri üzerine sefer düzenleyeceği bilgisini yaymıştır. Fakat daha sonra Bûhtî ordusunu Cizre üzerine çevirmiş ve Cizre üzerine gerçekleşen seferden habersiz olan Beklemiş ile askerlerini hazırlıksız yakalamıştır. Cizre yakınlarında Bûhtî ordusunun varlığını işiten, Cizre Valisi Beklemiş hediyeler ile İzzeddîn el-Bohtî'yi karşılamış ve kendisine bağlılık yemini etmiştir. Vali Beklemiş, İzzeddîn el-Bohtî'ye bağlılığını bildirdkten sonra kendisini Cizre'ye götürmüştür. Cizre'de İzzeddîn el-Bohtî ile bir araya gelen Cizre halkı şehrin yeterince korunmadığını bildirmiş ve İzzeddîn el-Bohtî'nin, Cizre dışında bekleyen askerlerinin gizlice şehre girmelerine olanak sağlamışlardır. Şehre giren Bûhtî ordusu Cizre'yi ele geçirmiş ve daha sonra Vali Beklemiş öldürülerek Bûhtî'ler şehre tamamiyle hakim olmuşlardır. 1338 yılında ele geçirilen Cizre şehri Bûhtî'lerin merkezi hâline gelmiş ve Botan Emirliği İzzeddîn el-Bohtî tarafından resmen kurulmuştur. İzzeddîn el-Bohtî, Cizre'yi alıp Botan Emirliğini kurduktan sonra Cizre topraklarını kendi topraklarına katmayı düşünen Musul Emiri Hacı Turgay'ın hedefi hâline gelmiştir. Hacı Turgay Cizre üzerine sefer düzenlemiş ve Cizre'yi abluka altına almıştır. Üç gün süren çarpışmadan sonra Hacı Turgay süvarileriyle Zelaka adı verilen Cizre yakınlarındaki bölgeye çekilmiş ardından Bûhtî ordusu kendisini takip ederek Zelaka bölgesinde Musul Emir'inin yenilgisi ile sonuçlanan savaş yaşanmıştır.[12]

1342 Mîrlik Savaşı

1342 yılında Bûhtî aşireti ile Zırkîler arasında gerçekleşen savaşa Mîrlik savaşı denmektedir. Bu savaş dönemin siyasi alt tabanından kaynaklanmaktadır. Her iki aşiretinde gücünün var olduğu bu bölgede yaşanan bir iktidar savaşıdır. Bûhtî aşireti ile Zırkîler arasında gerçekleşen Mîrlik savaş'ında, Siirt'te bulunan Arap azınlık tüm kuvvetleri ile Bûhtî'lere karşı Zırkî'ler tarafında yer almışlarıdır. Mâlâ Bâdî’de gerçekleşen bu savaş İzzeddîn el-Bohtî'nin babası Seyfeddîn el-Buhtî dahil on bir Botan beyi ve çok sayıda Buhtî askerinin hayatına mal olmuştur. Seyfeddîn el-Buhtî'nin ölümü üzerine Siirt'in ileri gelenlerin bir kısmı kafasını koparmış ve Siirt meydanında Çevgan oynamışlardır. Bu yaşananlar sonucunda İzzeddîn el-Bohtî, müttefiki Hasankeyf Emiri Melik Adil ve Kürt aşiretlerinin desteğini istemiş ve Ordusunu toplayarak Siirt üzerine sefer düzenlemiştir. Siirt'te bulunan Muad bin Kadilla'nın da destekleri ile İzzeddîn el-Bohtî kalabalık bir ordu ile Siirt'i ele geçirmiş ve yağmalamıştır. Ardından Ali Şirvân el-Buhtî’yi Siirt'e vali olarak atamış ve Cizre'ye geri dönmüştür. Bûhtî'lerin Siirt'te on aylık bir yönetiminden sonra şehrin ileri gelenleri isyan çıkarmış ve Muad bin Kadilla, oğlu Muhammed ve kardeşini öldürmüşlerdir. İsyan sonucu Emir Ali Şirvân el-Bûhtî adamları ile şehri terk etmiş ve Cizre'ye geri dönmüştür.[13]

Hasankeyf Emirliği ile ilişkilerin bozulması

1346 yılında İzzeddîn el-Bohtî'nin oğlu olan Seyfeddin El-Buhtî, Hasankeyf Emirliği ile Botan Emirliği arasında iki emirliği karşı karşıya getirecek bir krize neden olmuştur. Seyfeddin El-Buhtî ve adamları Hasankeyf halkına zarar vermiş ve bunun üzerine Melik Adil Cizre'yi kuşatmak için ordusunu toplamış ve Cizre üzerine sefer düzenlemiştir.8 Ekim 1346 yılında Cizre'ye giren Melik Adil ve ordusu karşısında yenilgiye uğramış olan Buhtî'ler Cizre'nin çevresini kaplayan dağlara sığınmak zorunda kalmışlardır. Bu sırada Melik Adil, desteğini istediği Kürt Beyleri ve aşiret güçlerini beklemek için ordusu ile Cizre'de konaklamıştır. Ardından Kürt Beylerinin gelişinden tedirgin olan Seyfeddin El-Buhtî, Melik Adil'in ordugahına gitmiş ve barış teklifi sunmuştur. Seyfeddin El-Buhtî'nin sunduğu barış teklifi üzerine Melik Adil daha fazla kayıp vermemek için bu teklife olumlu cevap vermiş ve her iki taraf arasında daha fazla kayıp yaşanmadan barış yapılmıştır. Fakat 1351-1352 yılında Hasankeyf ve Botan Emirliği arasında yine Seyfeddin El-Buhtî kaynaklı bir kriz yaşanmıştır. Bu krizin sebebi ise Hasankeyf ile Erzen Emirliği arasıdaki savaşta, Hasankeyf Emirliğinin yenildiğini gören Buhtî ordusunun Erzen Emirliği tarafına geçmesi olmuştur. Ancak daha sonra Koşaniye'de yapılan savaş sonucunda Erzen Hakimi yenilmiş ve Buhtî'lerin ihanetini işiten Hasankeyf Emiri Melik Adil bir kez daha Buhtîler üzerine sefer düzenlemiştir. Melik Adil'in üzerine geldiğini haber alan Emir Seyfeddin Vestan Hakimi Emir İmadeddin El- Hekkari'den destek istemiş ve ordusuyla Melik adile doğru harekete geçmiştir.Ancak Vestan Hakimi Emir İmadeddin daha sonra Buhtîlere destek vermekten vazgeçmiş ve geri dönmüştür. Bu olay neticesinde Emir Seyfeddin Buhtî ordusunu alarak Tanza'ya çekilmiş ve oraya karargahını kurmuştur. Melik Adil, Tanza yakınlarında bulunan Buhtîler üzerine harekete geçmiş daha sonra bölgenin ileri gelen ailelerinden Beytu’l-Evseli ailesinin araya girmesiyle her iki taraf arasında bir kez daha barış sağlanmıştır.[14] Bu yaşananlar üzerine 1354 yılında Melik Adil'in Botan Emirliği üzerine yaptığı seferler sonucu endişelenen Emir İzzeddîn el-Bohtî, Botan Emirliğini güvenceye alabilmek adına Hakkâri Hükümdarı Melik Esed'e giderek, Melik Adil karşısında kendisinden destek talep etmiştir. İzzeddîn el-Bohtî'nin, Hakkâri Hükümdarının yanına gittiğini öğrenen Melik Adil çevre Emirliklerden destek istemiş ve Siirt'i güvenceye almak için Siirt'e doğru ordusuyla yola koyulmuştur. Ardından Hakkâri Hükümdarı Melik Esed'in oğlu Vestan Hakimi Emir İmadeddin ve İzzeddîn el-Bohtî ordularıyla birlikte Kormas Ovası’nda konaklamış ve Siirt'e doğru ilerlemişlerdir. Hakkâri ordusuyla birlikte İzzeddîn el-Bohtî'nin Siirt'e doğru yola koyulduğunu öğrenen Melik Adil beraberinde süvari birliği ile Siirt'e gelmiştir. Melik Adil'in Siirt'e gelmesinin ardından Erzen Emirinin oğlu Melik Muhammed, Ziyaeddin er-Rojki, Nasreddin ez-Zırki, Bahaeddin es-Süleymani, Şeyh İzzeddin ez-Zırki, Silvan Emiri, Erkanin Emiri Şeyh Ali, Şemseddin er-Rojki, İzzeddin bin Kemal eş-Şavûri gibi Kürt Emirlerinin beraberinde 12 bin kişilik ordu Siirt'te beklemeye başladı. Melik İmadeddin El- Hakkâri savaşın kayıpsız geçebilmesi için Melik Adil'e elçi göndermiş ve her iki taraf arasında barış görüşmeleri talep etmiştir. Bu talep üzerine Melik İmadeddin'e Mardin Emirinin oğlu olan Melik Muhammed gönderilmiş ve barış görüşmeleri neticesinde bir kez daha her iki taraf arasında barış sağlanmıştır.[15] Aralık 1362 yılında Botan Emiri İzzeddîn el-Bohtî vefat etmiş ve yerine oğlu Seyfeddin El-Buhtî geçmiştir.[16] Seyfeddin El-Buhtî'nin de 20 yıllık hüküm süresi sonrası Eylül 1383'te vefati üzerine yerine kardeşi İzzeddîn Ahmed Botan Emiri olmuştur. Fınık Kalesine Seyfeddin El-Buhtî'nin oğlu Ebubekir ve Tanza şehrine ise oğlu Abdullah idareci olarak atanmıştır. Aynı yıl Hasankeyf ve Zırkîler arasında patlak veren savaşta yeni Botan Emiri İzzeddin Ahmed, Hasankeyf tarafına destek vermiştir.[17] Ancak 1386'da Hasankeyf Emirliği ile Botan Emirliği tekrar karşı karşıya gelinmiş, Hasankeyf Emiri Abdullah El- Buhtî'nin kuvvetlerine saldırmıştır. Gerçekleşen savaşta Silvan Emiri ile Erzen Emiri'nin Hasankeyf tarafına destek vermesine rağmen Abdullah El- Buhtî'nin kuvvetleri Hasankeyf ordularını yenilgiye uğratmıştır.

Timur'un bölgeye gelişi ve Akkoyunlular

Timur bölgeye geldiği vakit, Botan Emir'i İzzeddin Ahmed kendisini ziyaret ederek Timura intisab etmiştir. Timur'un bölgeye geliş yılları ihtilaflıdır. Bazı kaynaklarda 1401 yılı geçmekteyken bazı kaynaklarda ise 1394 yılı olarak geçmektedir.[18] Başta Timur'a intisab edip bağlılığına bildiren Emir İzzeddin daha sonra bağlılık yemininden şaşmış ve Timur'un Kalabalık bir orduyla Botan bölgesi üzerine sefer düzenlemesine sebebiyet vermiştir. Timur'un bölge üzerine düzenlediği sefer neticesinde Cizre fazla direnemeden teslim olmuş ve bu durum üzerine Cizre'de Botan Emirlerinin yönetimi son bulmuştur. Ardından Timur karşısında yenik düşen Botan Emiri İzzeddin, kaçmış ve hayatını Eruh aşiretlerinin arasında saklanarak geçirmek zorunda kalmıştır.[19] Bir kısım kaynaklar Timur'un bölgeyi aldıktan sonra idareyi oğullarına bıraktığı yazarken[20] bir kısım kaynaklar da Memluklere bıraktığını ve Memluklerin idareyi sağlayamadığı için tekrar Botan Emirlerinin başa geçtiğini ifade etmektedir.[19] Fakat Şırnak'ta düzenlenmiş olan sempozyum dahilinde Timur'un bölgeden gitmesinden bir süre sonra bölgenin Botan Emirleri tarafından tekrar kontrol altına alındığı ifade edilmiştir.[21]

Abdullah Bin Abdullah Döneminde Cizre'de kendi adına bastırdığı para 1430’dan sonra Bulunduğu Yer: Stephen Albümü Nadir Paralar No: 77595[22]

Zeyneddîn Abdal Bey

Abdullah Bin Abdullah Döneminde Siird/Siirt'te kendi adına bastırdığı para 1430'dan sonra Bulunduğu Yer: Stephen Albümü Nadir Paralar No: 77594[23]

1429-1430 yılında Mîr Zeyneddîn veya Abdal Bey olarak da bilinen Abdullah bin Abdullah Botan bölgesini tekrar ele geçirerek Botan Emirliğinin başına geçmiştir.[24]

Abdal Bey, Ahmed-i Hânî'nin yazdığı ünlü Mem u Zin adlı eserde adı geçen Zin'in babası olan Hükümdardır.[25] Abdal Bey döneminde Bitlis Emirliği ile Botan Emirliği karşı karşıya gelmişlerdir. Bitlis Emir'i Şerafeddin'in, Şahım Hatun ile evlidir ve Şemseddîn adında da bir oğulları vardır. Şahım Hatun Hasankeyf Emiri'nin kızıdır. Fakat daha sonra Emir Şerafeddin, Şahım Hatundan boşanmış ve Şahım Hatun da Seydi Ahmed adında bir adamla evlenmiştir. Emir Şerafeddin'in ölümü üzerine oğlu Şemseddin'in yaşının küçük oluşunu fırsat bilerek Şahım Hatun ile Seydi Ahmed Bitlis Emirliğinin yönetimine geçmişlerdir. Bunun üzerine Bitlis Emirliğinin başında olan Rojki Hanedanının önde gelenleri bu durumdan rahatsız olmuş ve Emirlikten desteklerini çekerek merkezden bağımsız hareket etmişlerdir. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra yaşı ilerleyen Emir Şemseddin, Bayki aşiretin'in önde gelenleri ile görüşmüş ve Seydi Ahmed'i ortadan kaldırmaya yönelik hamleler gerçekleştirmiştir. Bunu işiten Seydi Ahmed, Bitlis Emirliğini terk ederek Botan Emiri Abdal Bey'e sığınmıştır. Ardından Emir Şemseddin önce annesi Şahım Hatun'u öldürmüş daha sonra ordusunu toplayarak Botan Emirliği üzerine sefer düzenleme kararı almıştır. Cizre önlerine gelen Emir Şemseddin ve ordusu daha sonra esir değişimi ile Seydi Ahmed'i ele geçirmiş ve öldürmüşlerdir. Ardından Emir Şemseddin, Botan Emiri'ne Buhtî'ler ile hiçbir sorunu olmadığını ve iki bölgenin insanının dost olduğunu ifade ederek ordularıyla birlikte Bitlis'e geri dönmüştür.[26] Abdal Bey, 1437 yılında Akkoyunlular ile Karakoyunlular arasında yaşanan savaşta Karakoyunluların karşısında Akkoyunluların yanında yer almıştır.[27] 1451 yılında ise Botan Emirliği, Akkoyunlular'ın saldırısına uğramış, Akkoyunlu ordusu Cizre şehrini yağmalayarak bölge halkının birçoğunu katletmişlerdir.[27] 1452 yılında ise Uzun Hasan öncülüğündeki ordu Abdal Bey'in yönetimindeki Siirt'e saldırmış ve bu saldırıda Akkoyunlu ordusu şehri ve çevresini yağmalamışlardır.[27] Yine bu dönemde 1456 yılı içerisinde Cizrede salgın baş göstermiş ve birçok Hristiyan ile Müslüman hayatını yitirmişlerdir. Abdal Bey 1456 yılında vefat etmiş ve yerine II.İzzeddin Bey geçmiştir. Abdal Bey, Akkoyunlular'a en büyük zararı vermiş Kürt Emirlerindendir. Bu sebeple Akkoyunlular ile Botan Emirliğinin düşmanlığı o ölene dek devam etmiştir. Onu takip eden II.İzzeddin Bey dönemi ise karışık bir döneme denk gelmektedir. Fakat yönetimi uzun sürmemiştir. Yerine geçen oğlu Emir I. Şeref ise ancak iki yıl Emirlik yapabilmiştir.Emir Şereften sonra Botan Emirliğinin başına kardeşi I.Bedir Emirliğin idaresine geçmiştir.[28]

Bedir Bey ve Osmanlı hâkimiyeti dönemi

Bedreddîn Bin Şerafeddîn El-Buhtî-Cezîre/Cizre'de kendi adına bastırdığı gümüş para 1466’dan sonra Bulunduğu Yer: Fitzwilliam Müzesi, Madeni Paralar ve Madalyalar, CM.696-2001[29]

Bedir Bey döneminde Akkoyunlular, Şah İsmail tarafından yıkılarak Safevi Devleti kurulmuştur. Bu dönem içerisinde Şah İsmail, hem Kürt Beylikleri hem de Osmanlı açısından büyük tehlike arz etmektedir. Şah İsmail, Anadolu’daki Türkmen nüfuzunu kullanarak Osmanlı içerisinde isyanlara neden oluyor ve Sünni Kürt Beyliklerini ortadan kaldırıp yerlerine kendi adamlarını atamak istiyordu. Bunun üzerine birçok Kürt Bey’i, Safeviler’in karşısında Osmanlı’nın yanında yer almıştır. Bunlardan birisi de Cizre Hâkimi Bedir Bey’dir. Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildiren Bedir Bey daha sonra Yavuz Sultan Selim adına para bastırıp hutbe okutmuştur. Ardından Bedir Bey Musul’daki Safevi kuvvetleri üzerine sefer düzenlemiş ve onları yenilgiye uğratmıştır.[30] Botan Emirliği, Osmanlı idare düzeni içinde, Diyarbakır Eyaleti’ne bağlı bir hükûmet sancağı olarak belirlenmiştir. Kürt Beylikleri, Osmanlı’ya intisap ettikten sonra Hükûmet tipi sancaklarda kendi topraklarını yönetmeye devam etmiş ve sadece yılda bir kez merkez hazinesine belirlenen miktarda ücret ödemekteydiler.[31] Kürt Emirlerine, buraların kendi hanedanlarına ait mülkiyetler olduğuna dair birer temliknâme verilmiştir. Bu temliknâmelerde ne şartlarla bu sancakları tasarruf edecekleri tek tek açıklanmıştır. İlk defa, Yavuz Sultan Selim zamanında verilen bu temliknâmeler daha sonraları her padişah tarafından yenilenmiştir. Kendi bölgelerinde, güçlü ve kalabalık aşiretler, çeşitli derebeylikler oluşturan Kürtler’in üzerinde Selçuklular, Timurlular, Akkoyunlular ve Safevîler gibi merkeziyetçi devletler dahi bölgede mutlak hâkimiyeti sağlayıp bu derebeylerini ortadan kaldıramamıştır. Belli bir kaleyi merkez edinmiş olan Kürt Emirleri, siyasi şartların zorunlu kıldığı hallerde bölgede hakimiyet kuran güçlü devletlerin egemenliğini kabul ederek varlıklarını devam ettirmişlerdir.[32] Osmanlı Devleti, Kürt Coğrafyasında yaşanan mevcut zorluklara rağmen yine de merkezî bir yönetim kurmaya çalışabilirdi, fakat buna teşebbüs etmemiştir. Her şeyden önce Osmanlıların, Kürtlerin yaşadıkları bölgelere ilgileri, onları denetim altına almak ve asimile etmek istemelerinden değil, devletin doğu sınırlarını savunma gereksiniminden kaynaklanmaktaydı. Bu durumun sonucu olarak, sarp dağlardaki beylere yalnızca iç işlerinde bir kısım idari imtiyazlar verilmekle kalınmamış, aynı zamanda sınır bölgelerinin güvenliklerini sağladıkları için kendilerine tımar da verilmiştir. Osmanlı Devleti, özellikle sınır komşusu ülkelerle görece önemsiz sorunları hallederek, düzenlemeler yapmayı tercih etmiştir. Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Irakeyn Seferi (1535) öncesinde bu bölgede yarı bağımsız vaziyette yaşayan beylere gönderilen bir “emr-i şerif”te “kadîmden temessükleri üzere” ibaresi kullanılmıştır. Burada özetle şöyle deniyordu:

Sultan Selim zamanında İran’a karşı cephe alarak hayırlı hizmetlerde bulunan ve şimdi de devlete sadakatle hizmet ifa eden, bilhassa sefere katılarak yararlılık gösterenlere, öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan yerler temlik ve ihsan edilmiştir”.[33]

Bundan anlayacağımız üzere Kanunî, Bölgede yer alan Kürt Emirlerine yeni haklar ve ayrıcalıklar vermemiş, sadece babası zamanında verilen ayrıcalıkların geçerli olacağını bildirmiştir. Bu durumdan ötürü belli ayrıcalıklara sahip olan Kürt Emirleri genellikle devlete sadık kalmış ve Osmanlı ordusuyla birlikte Safevilere karşı sefere katılmışlardır. Bu sebeple ayrıcalıklı statüleri değişmeden devam etmiştir.[34]

Osmanlı idaresinde Botan Emirliği

Botan Emirleri, Osmanlı idaresinden çok istifade ettiler. Şah Ali Bey’den sonra (1524) yerine geçen oğlu II. Bedir Bey (1524-1573), Osmanlı yönetiminden yararlanarak beylik topraklarını imar etti.[35] Onun döneminde Cizre'de, bilim ve kültür çok ilerlemiş ve Cizre bu konuda dönemin merkezi hâline gelmiştir.[36] Ancak, zaman zaman Osmanlı yönetimiyle ters düşmeleri sebebiyle, 1549 yılında, Kanunî Sultan Süleyman’ın damadı Vezir-i Âzam Rüstem Paşa, Cizre Beyi Bedir Bey hakkında inceleme yaptırdı ve bir fermanla beyliği, kardeşi Nasır Bey’e verdi. Nasır Bey yönetime geçince Bedir Bey Şeccar bölgesine çekilmek zorunda kaldı. Ancak Bedir Bey şehri iki yıl sonra tekrar ele geçirdi. Bedir Bey, 49 yıl kadar Botan Emirliğinin başında hükmederek, 95 yaşında Cizre’de ölmüştür.[37] Bedir Bey’in ölümünden sonra yerine oğlu Emir Muhammed Bey geçti. Lala Kara Mustafa Paşa ile Gürcistan ve Kafkasya seferlerine katılan Emir Muhammed, 1573 tarihindeki savaşta ölünce, oğlu da çok küçük olduğu için eşi, kızlarını Abdal Han’ın oğullarından Emir Nasır ve Emir Şeref’le evlendirdi. Beyliği bir süre bu iki kardeş beraber idare etmişlerdir. II. Muhammed, 1578 tarihinde Cizre Beyi olmuşsa da onun beyliği uzun sürmemiş ve 1583 tarihinde ölmüştür.[38] Bunun üzerine, Osmanlı Devleti’nin emir ve isteği ile sülalenin diğer şubesinden Emir Aziz (1583-1591), Cizre Bey’i oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1585 tarihindeki Tebriz seferine katılan Emir Aziz, savaş sonunda Cizre’ye dönmeyerek Sincar’da kaldı. 1586 yılında yeniden bey olan Emir Aziz, 1593’te Emir Şeref’in Cizre ve Silopi topraklarının tamamını ele geçirmesi, kendisinin de elinde yalnızca Cizre Kalesi’nin kalması üzerine, İstanbul’a kaçarak Hükûmetten Emir Şeref ve kardeşlerine karşı yardım istedi. Bu arada Emir Şeref uzun bir kuşatmadan sonra Cizre Kalesi’ne girmeyi başarmış ve Osmanlı İdaresi bu haber üzerine Musul Beylerbeyi Hüseyin Paşa, Hazo Emiri Mehmet Bey’le birlikte Karakuyu, Cemalkendi, Dilfeşme, Ebu Sait, Kefri Zaman, Habur ve Silopi yoluyla Cizre üzerine yürüdü. Bunun üzerine Emir Şeref kardeşleri ile beraber kaçtı. Emir Aziz ise, eski topraklarının sahibi oldu. Hüseyin Paşa da Musul’a döndü.[39] Emir Şeref bir müddet sonra tekrar sahneye çıkarak, Cizre ve Silopi topraklarını geri aldı ve Emir Aziz’i öldürdü. Emir Şeref’in kendisi Cizre’ye yerleşerek kardeşlerini de kazalardaki kalelere gönderdi. Bu kaleler arasında Silopi’deki Basurin Kalesi de (Yankale) bulunmaktadır. Diyarbakır Beylerbeyi Mehmet Paşa, bölgeye gelerek, Cizre dolaylarını Emir Mehmet’e, Şah kazası ve diğer yerleri de Emir Şeref’e verdi. Ancak III. Şeref ile Emir III. Mehmet arasında bir mücadele başlamıştır. Bu mücadele, III. Murat ve I. Ahmet zamanında da sürdü.[40] 1626’da Sultan IV. Murat (1623-1640) tarafından Cizre Beyliği tekrar Emir Mehmet’e verildiyse de bölgede pek nüfuzlu bir idareci olan Emir Şeref sağ iken, Emir Mehmet oraya gidip beylik işlerine başlamaya bir türlü cesaret edemedi.[41]

Bedirhan Bey dönemi
Bedirhan Bey döneminde Cizre ve Botan Emirliği’nin nüfuz alanı.[42]

Botan Emiri Abdullah Bey öldükten sonra emirliğin başına yeğeni Seyfeddin Bey geçmiştir.Emir Seyfeddin Bey’in döneminde Botan Emirliği’nin idaresi bozulmuş ve Botan Emiri altındaki aşiretler kontrolden çıkmışlardır. Bunun üzerine Seyfeddin Bey kendi isteği ile Emirlikten çekilerek yönetimi Abdullah Bey’in oğlu Salih Bey’e devretmiştir. Fakat Salih Bey’de idari bozulmaların önüne geçememiş ve Botan Emirliğini yönetmekte yetersiz kalmıştır. Salih Bey’in daha sonra Nakşibendi tarikatına girmesi ve tasavvuf ile ilgilenmesi üzerine yönetimden çekilmiş ve Emirliği kardeşi Bedirhan Bey’e bırakmıştır. 1802 yılında Cizre’de doğan Bedirhan Bey,[43] 1821 yılında Botan Emirliğin’in başına geçtiğinde 19 yaşında idi.[44] Bedirhan Bey, şüphesiz kendi döneminin en tartışılan liderlerinden birisi olmuştur. Onu bu kadar ön plana çıkaran bölgede elde ettiği gücü ve nüfuzu kadar aynı zamanda o dönemin tarihi içerisindeki rolüdür. Bu dönem her ne kadar Botan Emirliğinin en parlak dönemi olsa dahi Osmanlı idari yapısının değişiklik göstereceği ve merkezi otoritenin arttırılacağı II. Mahmut dönemine denk gelmesi sebebi ile bir yandan da Botan Emirliği’nin son evreleridir. Zira Bedirhan Bey döneminde Osmanlı Devleti, Kürt emirliklerine tanınan ayrıcalıkların derecesini dikkate değer bir şekilde önce azaltmış; daha sonra da özerkliklerini tamamen kaldırarak doğrudan doğruya merkezi idareye bağlamıştır.[45] II. Mahmut, yaptığı reformlarla 1808 yılından başlayarak Osmanlı Devletinin taşradaki idari politikalarını tersine çevirdi ve daha merkeziyetçi bir yöntem uyguladı. İlk olarak, devletin önündeki en çetin engel olarak gördüğü yarı özerk ayânları itaati altına aldı. Bunu büyük ölçüde de başardı. 1812-1817 yılları arasında Anadolu’nun en büyük ayânları itaat altına alınmış ve aynı durum, 1814-1820 yılları arasında Balkanlar’da gerçekleşmişti.[46] Daha sonra da Doğu Anadolu’daki örgütlenmeyi gerçekleştirmek ve bu bölgedeki ayânları ve Emirleri itaat altına almak için II. Mahmut 1833 yılında Sivas valiliğine Reşit Mehmed Paşa’yı tayin etmişti.[47] Tüm bunların yaşandığı süreçte Bedirhan Bey, Botan Emirliğin’in başına gelmiştir. Bedirhan Bey ilk önce dağınık konumda olan Botan Aşiretlerini kendi otoritesi altında birleştirmiş ve Botan Emirliği içerisinde idari düzeni sağlamıştır. Emirliğin başına geçtiği ilk yıllarda İdari alanda pek çok reformlar yapmıştır.[47] Bu sayede zamanla idaresini güçlendirip Botan Emirliğini otoriter biçimde yönetmeye başlamıştır.[48] Daha sonra Bedirhan Bey, emrinde bulunan topraklarda yaşayanların can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla çapulculuk ve yağmacılığa son vermiş ve bu sayede vergi toplama işlerini düzene koymayı başarmıştır.[49] Bu icraatları Cizre ve Botan Emirliği’nin en uç bölgesinde bile huzuru sağlamış ve halk nezdinde saygınlığını arttırmıştır.[50] Rus araştırmacı V. Dittel Bedirhan Bey topraklarına ilişkin notlarında şunları yazmaktadır:

Onun, toprak dağıtmak için yasaları ve koşulları var. Ama huzur ve güvenlik bu koşulların bütün elverişsizliğine tercih ediliyor”[51]

Bedirhan Bey'in Oğulları'nın yedisi toplu halde (1880)Oturanlar (soldan sağa): Emin Ali Bey, Ali Şamil Paşa, Bahri Bey, Ayaktakiler : Murat Remzi Bey, Hasan Fevzi Bey, Mikdat Mithat Bey, Kamil Bey
Bedirhan Bey’in teslim olduğu Orak Kalesi’nin eteklerinde kurulu olduğu Korkandil Dağı [52]

Bedirhan Bey, sosyal ve ekonomik yaşamın iyileştirilmesi için Asayişin sağlanması: Bölge sakinlerinin korku ve kuşkudan kurtarılması, mal ve mülklerin hırsızlardan, soygunculardan korunması  ayrıca adil bir vergi sisteminin kurulması alanlarında çalışmalar yürütmüştür. Böylelikle Bedirhan Bey, bu sorunların çözümünün, kendisinin halk içindeki otoritesini arttıracağını düşünmekte idi. Bu amaçla sosyal yapıda güvenliği sağlayıcı birtakım tedbirler almış; ağır vergi yükü ve haraç altında ezilen halkın üzerindeki vergi yükünü azaltmıştır. Van Gölü’nde gemi işletmeciliğinin kurulması önemli bir olaydı. Bedirhan Bey, projenin gerçekleşmesi için tüm gücüyle uğraştı. Bu konuda atılan adımlar, halkın sıcak ilgisiyle karşılaştı ve Bey taraftarı aşiret liderlerinin desteğini aldı. Gölde gemi çalıştırılması, bir yandan bölgedeki ticaretin gelişmesini sağlarken, öte yandan bölgeler arası ulaşımda büyük kolaylıklar sağladı. Bunun için Bedirhan Bey, gemi yapımcılığını öğrenmek için Avrupa’ya öğrenciler göndermiştir.[53] Bedirhan Bey, bölgedeki zengin madenleri temel alarak fabrikalar kurmaya başlamış[54] ve Cizre’ye davet ettiği ustaların yardımıyla, biri barut, diğeri silah imalâtı için iki fabrika kurmuştur.[55] Bu, onun Kürt beyleri arasındaki saygınlığını önemli ölçüde arttırmıştır. Askerî alanda güvenilir uzmanlara sahip olmak amacıyla Avrupa’ya öğrenciler göndermiştir.[56] Bedirhan Bey dönemi içerisinde devletle ilişkilerini iyi tutmuş ve hükûmetle iyi ilişkiler geçindiği bir politika izlemiştir. Fakat 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı Devleti’ne vermesi gereken askerî desteği vermeyerek Devlete karşı ilk defa muhalif bir tavır içerisine girmiştir.[57] Ancak, daha sonra bu tutumundan vazgeçerek II. Mahmut’un, Doğu Anadolu’daki merkezileştirmeyi gerçekleştirmek için bölgedeki ayânlar itaat altına almak üzere gerçekleştirdiği 1833-1839 yılları arasındaki Doğu harekâtı sırasında askerleriyle birlikte Osmanlı ordusunun yanında yer almıştır. İzlediği bu politika ile Bedirhan Bey, diğer Kürt beyleri gibi yok edilmekten kurtulmuş ve bu süreçte önemli bir güç elde ederek etmiştir. Devlet yanlısı siyaseti sebebi ile Devlet tarafından Redif Askeri Miralaylığı ile ödüllendirilmiştir. Böylece kendisinin, sahip olduğu güce devletin desteğini de ekleyerek bölgede önemli bir güce ve nüfuza sahip olmuştur. Bedirhan Bey’in, emrindeki aşiret kuvvetleriyle birlikte katıldığı 1839 yılındaki Nizip Savaşı’nda alınan yenilgi sonrası Osmanlı Devleti'nin, bölgede siyasi egemenliği ve gücü büyük ölçüde sarsılmıştır. Mevcut durum, Bedirhan Bey için bölgede yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. O güne kadar devlet ile barışık bir siyaset izleyen Bedirhan Bey, ardından hükûmetin mevcut durumundan istifade ederek bölgede kendi nüfuzunu artıracak siyasetler izlemeye başlamıştır. Bu amaçla, Bâbı âli’nin 1838 yılındaki Doğu harekâtı sırasında dağılmış olan güçlü aşiretleri kendi etrafında toplamış ayrıca aşiretler arasında var olan düşmanlıkları ortadan kaldırmak için çaba harcamıştır. Bedirhan Bey, devlet ile olan ilişkilerinde her ne kadar devlet yanlısı bir politika izlese de zaman zaman devletin o anki durumuna göre muhalif politikalarda izlemesi, hükûmetin kendisi hakkında şüphe duymasına neden olmuştur. Tanzimat sonrasında Osmanlı Devleti’nin başlattığı merkezileştirme politikasının ve buna bağlı olarak idari alanda yapılan değişikliklerin Cizre ve Botan bölgesinde uygulanması, Bedirhan Bey ile Osmanlı yönetimini karşı karşıya getirmiş ve hükûmet, onun Cizre bölgesindeki nüfuzunu kırmak istemiştir.[58] Yeni yapılan idari düzenleme ile Cizre’nin bazı kazaları Musul Eyaleti’ne bağlanmıştı. O güne kadar devletle ilişkilerini iyi tutarak bölgede nüfuzunu ve siyasi etkinliğini artırmış olan Bedirhan Bey, mevcut konumunu kaybetmek istemiyordu. Bu amaçla hükûmet nezdinde birtakım girişimlerde bulunduysa da bir sonuç elde edemedi. Bunun üzerine kendisi o günlerde devlete karşı isyan hâlinde olan Vanlı Han Mahmut ve İmadiyeli İsmail Paşa ile irtibata geçerek hükûmete karşı tekrar muhalif bir politika içerisine girmiştir. Cizre’nin idari statüsünde yapılan değişiklik sonrası Bedirhan Bey, hükûmetin dikkatini kendi üzerine çekmek amacıyla, Hakkâri’nin dağlık bölgesinde oturan ve aslen Hristiyan olan Nasturiler üzerine 1259(1843) yılında bir harekâta girişmiştir. Bu harekât sırasında binlerce Nasturi, onun kuvvetleri tarafından katledilmiş ve bir kısmı da esir alınmıştır. Bu durum aynı zamanda Osmanlı Hükûmeti nezdinde Bedirhan Bey hakkında var olan şüphelerin daha da artmasına yol açmıştır. 1843 hadisesi, dış politikada Babıâli’yi zor duruma düşürmüş ve Batılı devletlerin meseleye müdahil olmalarına yol açarak hükûmet üzerinde İstanbul’daki elçileri vasıtasıyla baskı oluşturmalarına sebep olmuştur. Bedirhan Bey’in, 1843’te gerçekleştirdiği Nasturi harekâtı sonrasında Batılı devletlerin ortaya koyduğu sert tepki ve müdahalenin yanında onunla isyan hâlinde olan Han Mahmut ve bazı Kürt beyleri ile yakın ilişkisi ve bunun ittifak ile sonuçlanması (1846), Bâbıâli’yi bu sorunu ortadan kaldırmaya yönelik köklü birtakım tedbirler almaya yöneltmiştir. Bunun üzerine Bedirhan Bey, 1846 Ekiminde II. Nasturi harekâtını yapmış ve 10 binden fazla silahlı adamıyla Hakkâri bölgesinde yer alan Tuhuba Nasturileri üzerine saldırıya girişerek büyük bir katliam gerçekleştirmiştir. Bedirhan Bey’in başına buyruk hâl ve hareketleri, Osmanlı Devleti’ni iç ve dış politikada güç duruma düşürmüştür. Bâbıâli, 1846’da gerçekleştirdiği II. Nasturi harekâtı sonrasında her türlü uyarı ve nasihate rağmen devlete karşı tutumu devam eden Bedirhan Bey’in kesin bir surette ortadan kaldırılması için çalışmalar başlatmıştır. Anadolu Ordusu Komutanı Müşir Osman Paşa, Bedirhan Bey üzerine yapılacak olan askerî harekât için hazırlıklarını tamamlarken bir taraftan da onunla Kürt beyleri arasında var olan müttefikliği bozmak amacı ile çalışmalar yapmıştır. Bu esnada kullanılan yaygın metot, onunla müttefik olan veya ona yakın olan Kürt aşiret ağaları ve Kürt Beylerine birtakım unvanlar ile hediyeler vererek onları Osmanlı tarafına çekip kendisini yalnızlaştırmaktır. Bu amaçla irtibata geçilen birçok Kürt beyinin Bedirhan Bey ittifakından ayrılarak devletin yanında yer almaları sağlanmıştır. Hükûmetin kendisine karşı askerî bir harekât düzenleyeceği haberini alan ve bundan dolayı endişeye kapılan Bedirhan Bey, Musul’daki İngiliz konsolosu vasıtasıyla, kabul edeceği şartları içeren bir mektup ile hükûmete anlaşma teklifinde bulunduysa da Bâbıâli, onun bu isteğini kabul etmeyerek ve şartsız teslim olmasını istemiştir. Osmanlı kuvvetlerinin, isyan eden Bedirhan Bey ve müttefiki Kürt beyleri üzerine başlattığı askerî harekât sonrasında Müşir Osman Paşa, Cizre’de Bedirhan Bey ve birliklerini ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Bunun üzerine Bedirhan Bey ailesi ve yanındaki kuvvetleriyle ile birlikte kendisi açısından güvenli bir yer olarak gördüğü Orak Kalesi’ne çekilmiş Bir ara İran nezdinde girişimlerde bulunarak sığınma talebinde bulunduysa da bu isteği, İran tarafından reddedilmiştir. Osmanlı birliklerinin kaleyi kuşatma altına alması üzerine zor durumda kalan Bedirhan Bey, kuşatmanın üçüncü günü (30 Haziran 1847) Anadolu Ordusu’na gelerek teslim olmuştur.[59] Bedirhan Bey, teslim olduktan sonra İstanbul’a götürülmüş ardından Girit adasına sürgün edilmiştir. Ailesi ile birlikte uzun yıllar (15 yıl) Girit’te kalan Bedirhan Bey, Padişah Abdülaziz’in izniyle İstanbul’a geri dönmüş; buradan da kendi isteği doğrultusunda Şam’a nakledilmiş ve 1868 yılında Şam’da ölmüştür.

Bedirhan Bey’in İstanbul’a geldiği dönemde ailesi ile birlikte kaldığı Darüşafaka binası[60]
İzzeddin Şîr Bey ve emirliğin dağılışı

İzzeddin Şîr Bey, Bedirhan Bey’in yeğeni Emir Seyfeddin’in oğludur. Amcası Bedirhan Bey isyanında Osmanlı tarafına geçmiş ve Botan Emirliği’nin dağılmasının sebeplerinden birini oluşturmuştur. İzzeddin Şîr Bey’in amcası Bedirhan Bey’in karşısında Osmanlı tarafını tutması Botan aşiretlerini endişeye sokmuş ve Kürt ittifakı dağılmıştır. 1847 yılında Bedirhan Bey’in tutuklanıp sürgüne gönderilmesi ile Botan Emirliği’nin dağılış süreci hız kazanmıştır. İzzeddin Şîr Bey, amcasının karşısında durarak Botan Emirliği’nin başına geçmeyi düşünmüştür. Fakat bu dönem dâhilinde Osmanlı içerisinde gerçekleşen reform hareketleri ile değişen idari düzen buna engel olmuştur. İzzeddin Şîr Bey, Osmanlı yönetimi’nin gözüne girebilmek ve Botan Emirliği’nin başına geçebilmek için bölgedeki Kürt Beylikleri üzerine yürümüş ve kendi hakimiyeti altına almaya çalışmıştır. Botan bölgesiyle işe koyulan İzzeddin Şîr Bey, daha sonra Telan’dan (oyacık köyü) Garzan’a girmiş ilk önce dönemin Beykent beylerini esir almış daha sonra Zok kalesine yürümüştür. Bu şekilde Osmanlı bölge siyaseti’nin önündeki engelleri kaldırmış ve yeni idari yapının oluşumuna büyük katkı sağlamıştır. Fakat daha sonra İzzeddin Şîr Bey’in yerine Cizre’ye Hükûmet tarafından farklı bir mütesellim atanmıştır. Bunun üzerine İzzeddin Şîr Bey, kendi  Emirliğini ilan ederek isyan etmiş ardından Osmanlı Kuvvetleri tarafından yenik düşmüştür. Bunun üzerine 1855 yılında Botan Emirliği dağılmış ve Cizre Merkezden atanan mütesellimler tarafından yönetilmeye başlanmıştır.

Dış bağlantılar

Kaynakça

  1. M. Streck, “Bohtan”, MEBİA, C. 2, MEB, İstanbul 1979, s. 773.
  2. ULUSLARARASI ŞIRNAK VE ÇEVRESİ SEMPOZYUMU”,
  3. Şeref Han, Şerefname Kürd Tarihi, Cev: M.Emin Bozarslan, Deng Yayınları, İstanbul 2006,s. 94.
  4. Celile celil, age, 78.
  5. Şeref Han, a.g.e s.94
  6. Süreyya Bedirhan, Kürt Davası ve Hoybun, Çev: Dilara Zirek, Med Yay., İstanbul 1994, s. 76
  7. İbn Şeddâd, İzzeddîn Muhammed b. Ali (ö. 684/1285), el-A’lâk el- Hatîra fî Zikri Ümerâi’şŞâm ve’l-Cezîre, Dımaşk, 1978, III/1, 7.
  8. Yâkût el-Hamevî, Şihâbeddîn Yâkût b. Abdillâh (ö.626/1129), Mu‘cemu’l-Buldân, I-VII, Beyrut, 1995, III,158.
  9. Şeref Han, Şerefnâme, I.Cilt, s.116-118.
  10. Şeref han, Şerefname, I.Cilt, s.119.
  11. İbnu’l-Münşî el-Hısnî, a.g.e., vr. 37b
  12. İbnu’l-Münşî el-Hısnî, a.g.e., vr. 62b-63a.
  13. İbnu’l-Münşî el-Hısnî, a.g.e., vr. 67a-67b.
  14. İbnu’l-Münşî el-Hısnî, a.g.e., vr. 82b-83a.
  15. İbnu’l-Münşî el-Hısnî, a.g.e., vr. 90b-91a.
  16. İbn Nâzıru’l-Ceyş, Takiyuddîn Abdurrahmân bin Muhammed (ö. 786/1384), Teskîfu’t-Ta’rîf bi’l-Mustalahi’ş-Şerîf, (Thk.: Rudolf Vesely) Paris, 1987, 77.
  17. İbn Hacer, a.g.e., I.Cilt , 280.
  18. bkz. Cabir Doğan a.g.e s.25 ve Metin Tuncel ve Abdülkerim Özaydın, “a.g.m.”, s. 38
  19. . Cabir Doğan a.g.e s.25
  20. Metin Tuncel ve Abdülkerim Özaydın, “a.g.m.”, s. 38
  21. Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu
  22. Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu, s.128
  23. Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu, s.130
  24. Bar Hebraeus, a.g.e., II, XXXIX.
  25. Ahmed-i Hânî, Mem û Zîn, (Yay.; Tahsin İbrahim Doskî) Duhok, 2008, 69.
  26. Şeref Han, a.g.e., I.Cilt, s. 382-386.
  27. Ebubekr-i Tihranî, a.g.e., s.89.
  28. Nazmi Sevgen, “Kürtler”, BTTD, S. 10, Temmuz 1968, s. 67.
  29. Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu, s.132
  30. İdrîs-i Bidlîsî, Selim Şahnâme, (Trc.:Hicabi Kırlangıç) Ankara, 2001, 236, 243, 253-254, 273.
  31. M. Ali Ünal, “a.g.m.”, s. 571; Halil İnalcık, The Ottoman Empire The Classical Age (1300-1600), Phcenix, London 1973, s. 107; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuk Tahlilleri, 5. Kitap, 2. Kısım, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1991, s. 439-440.
  32. M.Ali Ünal, “a.g.m.”, Osmanlı, C. VI, s. 117.
  33. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.7; Nazmi Sevgen, “a.g.m.”, BTTD, S. 9, Haziran 1968, s. 70-73; Nazmi Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, TKAE, Ankara 1982, s. 42-43.
  34. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.7; Bayram Kodaman, a.g.e., s. 11.
  35. Mehmet Kemal Işık, a.g.e., s. 73.
  36. Kemal Burkay, Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, Deng Yayınları, İstanbul 1992, s. 194.
  37. Nazmi Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, s. 55-56.
  38. E. Xemgin, Osmanlı-Safevi Döneminde Kürdistan Tarihi, C. III, 2. Baskı, DOZ Yay., İstanbul 1997, s. 297; Hatip Yıldız, a.g.e., s. 14.
  39. Tori, Tarihte Kürt-Türk İlişkileri, Peri Yay., İstanbul 2002, s. 152-153.
  40. “Osmanlı İdaresinde Silopi”, Osmanlı Araştırmaları 07.12.2007, s. 1-6,
  41. Nazmi Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, s. 60; Hatip Yıldız, a.g.e., s. 14.
  42. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.255
  43. Malmisanij, Cizira Botanlı Bedirhaniler, 2. Baskı, Avesta Yay., İstanbul 2000, s. 48.
  44. Celile Celil, a.g.e., s. 78; Martin Van Bruinessen, “a.g.m.”, s. 273; Sinan Hakan; Müküs Kürt Mirleri Tarihi ve Han Mahmud, Peri Yay., İstanbul 2002, s. 53.
  45. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.14; Metin Heper, “a.g.m.”, s. 74.
  46. Halil İnalcık, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler”, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi Üzerine Arşiv Çalışmaları ve İncelemeler, 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 348-349; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev: Yasemin Saner Gönen, 14. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2003, s. 51; Kreyenbroek Sperl, Kürtler, Çev: Yavuz Alagon, Kurt Matbaası, İstanbul 1992, s.18-19; Mehmet Ali Ünal, “a.g.m.”, s. 112; Özcan Mert, “Osmanlı Devleti Tarihinde Ayânlık Dönemi”, Osmanlı, C. VI, YTY, Ankara 1998, s. 176-179; Bilâl Eryılmaz, Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, İşaret Yay., İstanbul 1991, s. 48-49; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Ayân”, İ.A, C. 2, MEB, İstanbul 1979, s. 41; A. Cevad Eren, “Tanzimat”, İ.A, C. 11, MEB, İstanbul 1979, s. 729; Özcan Mert, “II. Mahmut Devrinde Anadolu ve Rumeli’nin Sosyal ve Ekonomik Durumu (1808-1839)’’, TDA, S.18, Haziran 1982, s. 39-42.
  47. V. Minorsky, “Kürtler”, İ.A, C. 6, MEB, İstanbul 2001, s. 1105
  48. Sinan Hakan, Müküs Kürt Mirleri Tarihi ve Han Mahmud, s. 53.
  49. Mehmed Işık, Kürtlerin Yakınçağ Tarihi, Dor Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 34.
  50. Celile Celil, “Bedirhan Bey Ayaklanması”, Dar Üçgende Üç İsyan, 2. Baskı, Evrensel Yayın, İstanbul 2005, s.252.
  51. M.A. Gasaratyan vd., Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, Çev: M. Aras, İstanbul 1998, s. 16.
  52. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.294
  53. Celile Celil, “a.g.m.”, s. 253; Tori, a.g.e., s. 174; Bkz. Celile Celil, 1880 Şeyh Ubeydullah Nehri Kürt Ayaklanması, Çev: M. Aras, 3. Baskı, Peri Yay., İstanbul 1998, s. 19-30.
  54. Celile Celil, a.g.e., s. 130.
  55. Zekeriya Yıldız, Kürt Gerçeği Olaylar Oyunlar Çözümler, Yeni Asya Yay., İstanbul 1992, s. 65; Brill, The Modern Assyrians of the Middle East Encounters With Western Christian Missions, Archaeologists&Colonial Powers Princeton University Pres, Boston 1961, s. 72.
  56. M.A. Gasaratyan vd., a.g.e., s. 16; Osman Aytar, Hamidiye Alaylarından Köy Koruyuculuğuna, Medya Güneş Yay., İstanbul 1992, s. 31.
  57. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.235
  58. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.237
  59. BOA, AD, nr. 609, s. 31; BOA, A.MKT.MHM, 2/70
  60. Cabir Doğan; Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey, Doktora tezi, Afyonkarahisar 2010, s.291
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.