Bağımlılık teorisi

Bağımlılık teorisi Marks ve Lenin'in ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin çatışma odaklı ilişkiler ağı olduğunu ve ekonomik gücün durumuna göre sistemin evrildiğini ileri süren günümüzdeki küresel eşitsizliği açıklamayı amaçlayan uluslararası ekonomi politik teorisidir.[1]

Latin Amerika'da 1960 yılında ortaya çıkmıştır. Doğu ülkelerinin geri kaldığını bu ülkelerin batılı ülkeler gibi tarihsel aşamalardan geçmediğini bu yüzden bilimsel teknolojik gelişmelerden geri kaldığını açıklamaya çalışan modernleşme teorisine tepki olarak doğmuştur. Bağımlılık teorisi 1970'lerde bazı çevre ülkelerin sanayileşmeye başlaması bu anlayışın sorgulanmasına neden olmuştur.

Bağımlılık teorisine göre üçüncü dünya ülkelerinin geri kalmışlık sebebi gelişmiş ülkelerdir. Bu ülkelerin gelişmemeleri tarihsel süreçlerine bakılarak anlaşılır. Batı dışı toplumların yarı sömürge ya da sömürge olarak batılı devletlerin müdahalesi altında darbeler veya iç savaşlar gibi sorunlarla mücadele etmiştir. Bu ülkelerdeki istikrarsızlığın sebebi ise tek bir kültürel ekonomik yapıya sahip olmamalarıdır. Ayrıca gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında eşitsizlik vardır. Kapitalist ilişkiler var oldukça eşitsiz ilişkilerin var olması bir gerçektir. Üçüncü dünya toplumları kapitalist ülkeleri takip etiği sürece gelişmiş ülke konumuna gelemeyeceklerdir.[2]

Immanuel Wallerstein, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasındaki ilişkileri Dünya Sistem teorisiyle açıklamaktadır. Wallerstein'ın Dünya Sistem teorisine göre merkez çevre ve yarı çevre ülkeler vardır. Bu teoride merkez ve çevre ülkelerin belirli bir iş bölümleri vardır. Çevrenin bu iş bölümündeki rolü merkez ülkelere madde ve ucuz iş gücü temin etmektir. Çevre ürünlerini ucuza satmak zorundayken merkez ürünleri daha yüksek fiyata almak zorundadır.[3]

Yarı çevre ise çevreye göre merkez merkeze göre çevre konumundadır. Ülkeler arasında gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasında bağımlılık ilişkisi bulunduğu inancı teorinin ana varsayımıdır. Vurgulanmak istenen bağımlılık ilişkisinin gelişmemiş ülkelerin gelişmelerine engel olacağı düşüncesidir. Bağımlılık ilişkisi olduğu sürece çevre ülkelerin kalkınması zenginleşmesi gelişmesi mümkün değildir.

Teorinin fikir babalarından olan Samir Amin'e göre sorun merkez ülkelere olan bağımlılıktır bu bağımlılığa son vermek çevre ülkelerin merkez ülkeler ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırmaktan geçer. Bu durumda sömürüden ve kutuplaşma yok olacaktır. Bağımlılık teorisi uluslararası ilişkiler alanında da kullanılmıştır. Gelişmiş ülkelere ekonomik diğer yönlerden bağımlı olan az gelişmiş ülkelerin bağımsız olmayacağı varsayımından geliştirilmiştir. Buna göre gelişmiş ülkeler gelişmemiş ülkeler üzerinde baskı kurmaktadır. Bu yaklaşımı kabul etmeyen bazı düşünürler ülkeler arasında bağımlılık ilişkisinin var olduğunu varsayımı üzerine durmaktadır. Fakat bu yaklaşım emperyalizm sömürgecilik ilişkilerini görmezden gelindiği düşüncesiyle eleştirilmektedir. Bu tanımı göz önünde bulundurursak dünyanın büyük kısmı bu ülkelerden yani çevre ülkelerinden oluşur.

Yarı Çevre Ülkeleri, Merkez ülkeler kadar olmasa da belirli bir düzeyde gelişme sağlamış hem çevre hem de merkez ülkelerinin bazı özelliklerini taşıyan çevre ve merin bağımsız olmayacağı varsayımından geliştirilmiştir. Buna göre gelişmiş ülkeler gelişmemiş ülkeler üzerinde baskı kurmaktadır. Bu yaklaşımı kabul etmeyen bazı düşünürler ülkeler arasında bağımlılık ilişkisinin var olduğunu varsayımı üzerine durmaktadır. Fakat bu yaklaşım emperyalizm sömürgecilik ilişkilerini görmezden gelindiği düşüncesiyle eleştirilmektedir. Merkez ülkeler arasında köprü gören bu özellikleriyle dünya ekonomik sisteminin meşrutiyet istikrarını sağlayan günümüzdeki Tayvan, Güney Kore, Latin Amerika, Brezilya, Meksika, Hindistan, Güney Afrika ve Nijerya gibi ülkelerden oluşmaktadır. Merkez yarı çevre çevre üçlüsünün aralarındaki ilişkilerinin dünya ekonomik sistemine meşrutiyet kazandırması, istikrar sağlaması sebebi Wallerstein'a göre yarı çevre ülkelerinin hem sömüren hem de sömürülen konumları ile ekonomik olmaktan ziyade politik bir işlevde görmektedir.

Çevre ülkelerinin ideali merkez ülke olmasa da yarı çevre konumuna yükselmek olmasıdır. Aynı şekilde yarı çevre ülkelerinin de bir gün merkez ülke olma umuduyla çevre ve yarı çevre ülkeleriyle savaşmaları sömüren sömürülen ikilemesine dayalı kutuplaşmaları bu yol ile dünya sisteminde meşrutiyet ve istikrar sağlamaktadır. Bağımlılık sistemi özetle ülkelerde gelişmenin olmadığını iddia etmiştir.

1970'lerden sonra çevre ülkelerin sanayileşmeye başlaması bu anlayışın sorgulanmasına neden olmuştur. Bağımlılığın belirgin özelliği iki ana ekonomik grup yani gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri arasındaki çok büyük gelir eşitsizliğini uluslararası bir ölçekte iş bölümü servet bölüşümünde çok belirgin farklılıklar bulunmasıdır. Buradaki bağımlılık teması, varlıklı ülkelerin ekonomik zenginlikleri ile gelişmekte olan ulusların yoksulluğu arasındaki neden sonucu içerir.

Bu anlayış mantıksal bir sonuca ulaştığında az gelişmişliği kapitalist ekonomilerin gelişmekte olan ülkelere dıştan zorla kabul ettirdiği egemenliğin sonucu olarak görür. Bağımlılık okulunun en önemli teorisyeni Andre Gunder Frank'tır. Frank'a göre Latin Amerika ülkeleri 16 yüzyıldan itibaren az gelişmemiş ülke olarak nitelendirilir. Çünkü o tarihten itibaren kapitalist merkez ülke konumunda Amerika Birleşik Devletinin uydusu olmuştur. Merkez ve çevre arasındaki ilişki kapitalist üretim devam ettiği sürece edecektir.

Bağımlılık teorisi Üçüncü Dünyada az gelişmişlik ve gelişmişlik sosyolojisinin bir temasıdır. Bağımlılık kuramı 3 şekil üzerine gelişmiştir. Bunlardan birincisi bağımlılık sorunsalının baskı merkez, çevre ya da uydu metropol olarak ikili hiyerarşi tarafından ikili kavram seti olarak karşımıza çıkmasıdır. İkincisi ikili kavram seti etrafında bağımlı ülkelerin ekonomilerinin ön planda olmasıdır. Üçüncüsü ise genel olarak baskın temel durumdur. Sonuç olarak eşitsizliği güçlendirmekle kalmamakla beraber eşitsizliğe yoğunlaşır.

Bağımlılık kuramcıları ekonomi ve politika arasında hiçbir fark görmezler. Buna bağlı olarak bir ülkenin politikası ve ekonomisi bir birinden ayrılmayacak biçimde bağlılık gösterir. Kuafman ve diğerlerinin aktardığı üzere bağımlı olan ülkeler ulusal ekonomileri üzerinde önemli kararlar alırken dolaylı veya doğrudan uluslararası yapılardan etkilenirler. Frank a göre gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler ekonomik problemleri batı sömürgeciliğinin bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Frank'ın az gelişmişlik ve gelişmişlik üzerine katkılarında en göze çarpan katkısı ise az gelişmişliğin gelişmişliği olarak ifade ettiği kavramsallaştırmadır. Az gelişmiş ülkeler gelişmiş ülkeler tarafından sürekli sömürüldüğü için büyük ölçüde servetleri egemenlere gitmektedir.

Samir Aminin bağımlılık kuramına katkısı ise sert ve dağınık haldeki ekonomik kavramlara dayanmaktadır. Gelişmiş olan uluslar gelişmeyi teşvik edecek ve çok fazla sektör arasında birbiriyle yakından ilişki ve uyumlu ekonomileri vardır. Az gelişmiş ülkeler ekonomilerinde çeşitli sektörler arasında yakından uyum ve ilişkileri yoktur. Sonuç olarak bir sektördeki gelişme diğer sektördeki gelişmeyi etkileyemez ve teşvik edemez. Üretim sürecinin nitelik kazanmasından ötürü küresel değerler ulusal değerler üzerinde egemen olur ve farklılaşma eğilimi merkez ve çevre arasında ortaya çıkar.

Bağımlılık kuramının ana mesajı merkezin gelişmişliğini metropol olmayan toplumların az gelişmişliğinin bir sonucu olduğudur. Bu anlamda Frank, Üçüncü Dünyanın bağımlılık analizinde "kapitalist ekonomisinin iki büyük bileşen arasında dikkat çekmesidir" der. Wallerstein'ın Dünya sistemleri sınıflandırmasına merkez ve çevre kavramsallaştırmasına benzer. Frank'ın modeline göre uydu ülkeler kapitalist parça olduğu sürece gelişmeyeceklerdir.[2]

Bağımlılık teorisi Marksist esinli fikirlerden beslenmenin yanında eşitsiz gelişme ve sömürü dinamikleri konusunu uluslararası bir çerçeveye taşır. Bağımlılık kuramı uluslararası ilişkilerden kaynaklanan politik ve ekonomik süreçlerden geçer ve ekonomik süreçlerden kaynaklanan eşitsiz koşulları analizini konu edinir. Sosyolojide gelişmişlik ve az gelişmişlik tartışmaları için temel çerçeve sunar. Ülkelerin gelişmesinin veya az gelişmesinin nedenini eşitsizlik olarak görür bu nedenle sosyal bilimlerde özgün bir bakış açısı geliştirmiştir.

Bağımlılık ilişkilerini ifade eden yaklaşımlardan bir tanesi de Singer Prebish tezidir. H. Singer ve R. Prebish tarafından 1940'lı yıllarda geliştirilmiştir. Uzun dönemde dış ticaret hadlerinin az gelişmiş ülkeler aleyhine gelişeceğini ifade eder, buna karşılık gelişmiş ülkelerin geliri yükseldikçe sanayileşmiş ülkelerden ithal etikleri endüstriyel sanayileşmiş ürünlere taleplerin yükseleceğini dolayısı ile de dış ticaret uzun dönemde az gelişmiş ülkeler aleyhine gelişmiş ülkeler lehine seyir izleyecektir. Kısaca Singer Prebsh tezi, dış ticarette gelişmiş ülkelerin gelirleri artarken az gelişmiş ülkelerin ihraç ürünleri olan tarımsal ürünlere olan talepleri aynı hızda artmamasına karşılık olarak ülkenin geliri yükseldikçe sanayileşmiş olan ülkelere ithal etikleri endüstriyel ürünlere talebin artacağını dış ticaret hadlerinin uzun dönemde az gelişmiş ülkeler aleyhine gelişmiş ülkeler lehine bir seyir izleyecektir.

Sonuç olarak ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin sömürgecilik başlayarak başlangıcından itibaren eşit olmayan bir güç ilişkisi içinde yürüdüğünü bununda zaman içerisinde büyüyerek günümüzdeki küresel eşitsizliği açıklamamıza imkânlar sağlayarak bağımlılık ilişkisi yaratacağını açıklamamıza imkân tanıyarak bağımlılık yaratacağını savunan bağımlılık teorisi bunlardan bir tanesidir. Kapitalist ülkelerin ancak diğerlerinin kaynaklarını sömürerek geliştiklerini geri kalan ülkelerin gelişmesinin mümkün olmayacağını savunur.

Kaynakça

This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.