Sol komünizm

Komünist sol olarak da bilinen sol komünizm, Komünist Enternasyonal'in sol kanadını teşkil eden ve Komünist Enternasyonal'den 1920'lerden ayrılmış akımlardan gelen siyasi geleneğin ismidir. Komünist Enternasyonal'in dünyanın pek çok yerindeki partilerinde, oportünizme karşı, devrimci görüşleri savunan sol kanatlar gelişmiş olsa da, bu akımlar en net biçimde Almanya-Hollanda komünist solu ve İtalyan komünist solu tarafından ifade edilmişlerdir.

Komünist solların kökenleri

19. yüzyılda kapitalizm hala genişleyen, yükselen bir sistem iken, burjuvazi, yönetiminin sömürüye dayanan doğasını, sanki siyah beyazmış, kapitalizm de aslında sosyalizmmiş gibi göstererek gizlemeye daha az ihtiyaç duyuyordu. Bu tür ideolojik çarpıtmalar, esas olarak kapitalizmin tarihsel çöküşüne özgü olduğu ve burjuvazinin Marksizmi mistifikasyon aracı olarak kullanma çabasıyla açıkça ortaya çıkardığı için bu dönemde çok yaygın değillerdi. Ancak kapitalizmin yükseliş döneminde bile, egemen ideolojinin acımasız baskısı çoğunlukla işçi hareketi içine gizlice sokulan sosyalizmin yanlış versiyonları biçimini alıyordu. Bu nedenle, Komünist Manifesto kendini feodal sosyalizm ile “burjuva” ve “küçük burjuva” sosyalizminden ayırmak zorunda kaldı. Yine bu nedenle Birinci Enternasyonal içindeki fraksiyonlar bir taraftan Bakuninizme, diğer taraftan Lassalcı devlet sosyalizmine karşı çift taraflı mücadele vermek zorunda kaldı.

İkinci Enternasyonal partileri, marksizm temelinde kuruldu ve bu bağlamda, işçi hareketi içindeki farklı eğilimlerin ittifakı olan Birinci Enternasyonalden hayli ileri bir adımı temsil etti. Ancak kapitalizmin muazzam büyüme aşamasında hareket etmeleri nedeniyle, reformlar için mücadele işçi sınıfı enerjisinin ana odak noktasını oluşturduğunda, özellikle sosyal demokrat partiler, kapitalist sistemle bütünleşmeye yönelik baskılara açıktı. Bu baskılar kendilerini bu partiler içinde, Marksizmin kapitalizmin kaçınılmaz yıkılışına dair öngörüsünün “düzenlenmesi” gerektiğini ve devrimci kesintiler olmadan, barış içinde sosyalizme geçilebileceğini savunan reformcu akımlar aracılığıyla ifade ettiler.

Bu dönem boyunca –özellikle 1890'ların sonu ve 1900'lerin başı-, hem temel marksist ilkelerin savunulmasında en kararlı olan hem de kapitalizmin yükseliş dönemi sınırlarına ulaşması nedeniyle proletarya mücadelesinin için ortaya çıkan yeni koşulları fark edip göz önünde bulunduran ilkler olan “sol” akımlar tarafından marksizmin devamlılığı sağlandı. Sosyal demokrasinin sol kanadının somutlaştığı isimler iyi bilinir –Rusya’da Lenin, Almanya’da Lüksemburg , Hollanda’da Pannekoek, İtalya’da Bordiga- ancak bu militanların hiçbirinin izolasyon içinde faaliyette bulunmadıklarını göz önünde bulundurmak da önemlidir. Oportünist yozlaşma Enternasyonal içinde yayıldıkça, sol akımlar, hem kendi partileri içinde hem de uluslararası boyutta örgütlü fraksiyonlar olarak -Rusya’da Bolşevikler, Hollanda’da Kürsü (De Tribune) grubu ve benzerleri- çalışmak zorunda kaldılar.

1914’te başlayan emperyalist savaş ve 1917 Rus Devrimi, marksizmin kapitalizmin kaçınılmaz olarak “sosyal devrim dönemine” gireceği görüşünü doğruladı ve işçi sınıfı hareketinde temel bir ayrımın oluşmasını hızlandırdı. İlk defa her ikisi de Marx ve Engels’e atıfta bulunan örgütler, kendilerini barikatın farklı taraflarında buldular. Çoğunluğu vaktiyle “reformistlerin” eline geçmiş olan resmi sosyal demokrat partiler Marks’ın erken dönem yazılarına atıfta bulunarak emperyalist savaşı desteklemiş ve Rusya’nın hala burjuva gelişme aşamalarından geçmesi gerektiğini savunarak Ekim Devrimini topa tutmuşlardı. Ancak böyle yaparak, 1914 savaşı için silah altına alınan çavuşlar ve 1918 karşı devriminin dedektifi olmakla, geri dönülmez şekilde burjuvazinin saflarına geçmiş oldular.

Bu durum, tamamıyla kesin bir şekilde marksizme bağlılığın göstermelik demeçlerle ya da parti etiketleriyle değil bizzat yaşayan pratik ile sağlandığını gösterdi. Emperyalist katliam döneminde, proletarya enternasyonalizmi bayrağını tek başına dalgalandıran, Rusya'daki proleter devrimini savunmak için bir araya gelen ve savaşın ardından birçok ülkede patlak veren grev ve ayaklanmalara önderlik eden sol kanat akımlardı. Ayrıca 1919’da kurulan yeni Komünist Enternasyonal’in çekirdeğini oluşturan yine bu akımlardı.

Komünist solların ortaya çıkışı

Devrimci dalganın gerilemesi ve Rus devriminin yalıtılması, hem Komünist Enternasyonal’de, hem de Rusya’daki sovyet iktidarında bir yozlaşma sürecine neden olacaktı. Bolşevik partisi her geçen gün, proletaryanın kendi organları olan sovyetler, fabrika komiteleri ve kızıl muhafızlarla ve proletaryanın bu organlardaki katılımıyla ters orantılı olarak büyüyen bürokratik devlet aygıtıyla daha fazla birleşmekteydi. Enternasyonal içerisinde kitlesel eylemlerin düşüşte olduğu bir dönemde kitlesel destek kazanma çabaları, parlamentolarda ve sendikalarda çalışma vurgusunu arttırmak, “doğu halklarına” emperyalizme karşı ayaklanma çağrısı yapmak ve her şeyin ötesinde sosyal yurtseverlerin kapitalist doğasına dair yeni erişilmiş netliği çöpe atan Birleşik Cephe politikası gibi oportünist “çözümlerin” ortaya çıkmasına yol açtı.

Fakat nasıl İkinci Enternasyonal’de oportünizmin büyümesi, sol kanat akımlardan proleter bir cevap tetiklediyse, Üçüncü Enternasyonal’daki oportünizm eğilimine de komünist solun, pek çoğu Pannekoek ve Bordiga gibi pek çoğu eski Enternasyonal’de de marksizmin en iyi savunucularından olan akımları direndi. Komünist sol özünde enternasyonal bir akımdı ve Bulgaristan’dan İngiltere’ye, ABD’den Güney Afrika’ya pek çok ülkelerde ifade ediliyordu. Fakat komünist solun en önemli temsilcileri tam da marksist geleneğin en güçlü olduğu ülkelerde, yani Almanya, İtalya ve Rusya’da konumlanmıştı.

1920'lerde Alman komünist solu

Almanya’da marksist geleneğin derinliği, devrimci dalganın yükseldiği anda özellikle parlamento sorununa ve sendikalar sorununa dair en ileri siyasi görüşlerin ortaya çıkışını sağlamış olan proleter kitlelerin gerçek hareketinden gelen devasa teşvikle birleşti. Fakat sol komünizm kendi başına ilkin Alman Komünist Partisi (KPD) ve Enternasyonal’de oportünizmin ilk işaretlerine karşı ortaya çıktı ve 1920’de KPD’deki sol muhalefet ilkesiz bir manevrayla atılınca başını çeken KAPD (Almanya Komünist İşçi Partisi) oldu. Komünist Enternasyonal liderliği tarafından “çocuksu” ve “anarko-sendikalist” olmakla suçlanmasına rağmen KAPD’ın eski parlamenter ve sendikal taktiği reddi, bu taktikleri tamamen eskimiş ve anlamsız kılan ve fabrika komiteleri ve işçi konseyleri gibi yeni sınıfsal örgüt biçimleri gerektirmenin yanı sıra Bolşevik geleneğiyle doğrudan bağlı olduğu üzere sosyal demokrasinin eski “kitle partisi” anlayışının açıkça reddedilmesini ve programatik olarak net bir çekirdekten oluşan parti anlayışını benimsemesini zorunlu kılan kapitalizmin çöküş dönemine dair tamamen marksist bir analizden kaynaklıydı. Eski sosyal demokratik taktiklere dönüşe karşı KAPD’ın bu kazanımları uzlaşmaz bir biçimde savunması, onu devrimci hareketin liderleri Antonie Pannekoek ve Herman Gorter'in çalışmaları aracılığıyla başta Almanya ve Almanya'yla yakın bağlantılı olan Hollanda olmak üzere çeşitli ülkelerde ifade bulan enternasyonal bir eğilimin merkezi kıldı.

Bu 1920’lerin başlarında Almanya'daki sol komünizmin önemli zayıflıklarla boğuşmak zorunda kalmadığı anlamına gelmez. Kapitalizmin düşüşünü uzun soluklu bir süreç yerine nihai bir “ölüm krizi” olarak görme eğilimi, devrimci dalganın gerilemesini görmeyi zorlaştırdı ve volüntarizm tehlikesine kapı açtı; buna bağlı olarak örgütsel sorunlardaki zayıflıklar Komünist Enternasyonal’den olgunlaşmamış, prematüre bir biçimde kopulmasını ve de 1922’de başarısızca yeni bir Enternasyonal oluşturmaya çalışılmasını doğurdu. Zırhındaki bu çatlaklar, onun 1920’lerde başlayacak karşı-devrim akımına karşı durmasını engelledi ve bunun yanında bir parçalanma sürecine girdi. Bu süreç çoğu zaman belirli bir siyasi örgütlenmenin gerekliliğini reddeden “konseycilik” ideolojisiyle teorize edildi.

1920'lerde İtalyan komünist solu

Öte yandan İtalya’da ise İtalya Komünist Partisi’nde başta çoğunluğa sahip olan komünist sol, özellikle örgütsel sorunda çok netti ve bu netlik onun yalnızca yozlaşan enternasyonalda oportünizme karşı cesurca bir kavga vermelerini değil ayrıca devrimci hareketin enkazından sağ çıkmasını sağlayan ve karşı devrim gecesinde marksist teoriyi geliştiren bir komünist fraksiyon oluşturmasına olanak verdi. Fakat 1920’lerde burjuva parlamentolarına katılmama burjuva parlamentolarına katılmama yanlısı argümanları, komünist öncü kolunu “kitlesel etki” izlenimi yaratmak için büyük merkezci partilerle birleştirmeye karşı çıkışları ve Birleşik Cephe ile “işçi hükümeti” sloganlarına karşı görüşleri de marksist yöntemin derinlikle bir anlayışına dayanmaktaydı.

Aynı şey İtalyan sol komünistlerinin yeni faşizm olgusuna dair analizi ve bunun sonuç olarak “demokratik” burjuvazinin partileriyle bir herhangi bir anti-faşist cephe oluşturmayı reddetmesinde de geçerliydi. Parti kurucusu Amadeo Bordiga’nın ismi artık değişemez bir biçimde İtalyan komünist solunun tarihinin bu aşamasıyla özdeşleşmiştir, fakat bu militanın katkılarının devasa önemine rağmen Bolşevizm Lenin’e ne kadar indirgenebilir ise, İtalyan solu da Bordiga’ya ancak o kadar indirgenebilir; ikisi de proleter siyasi hareketin organik ürünleridir.

Rus komünist solu

Rusya’daki devrimin yalıtılmışlığı, söylediğimiz gibi işçi sınıfı ile sürekli bürokratikleşen devlet aygıtının gün geçtikçe uzaklaşmasına neden oldu, ki bu uzaklaşmanın en trajik ifadesi Kronştad işçi ve denizcilerinin ayaklanmasının, proletaryanın devletle hep biraz daha bütünleşen Bolşevik partisi tarafından bastırılması oldu.

Tam da proleter bir parti olduğu için, Bolşevizm kendi yozlaşmasına karşı çok sayıda içsel tepki doğurdu. 1917’de partinin sol kanadının en önde gelen sözcüsü olan Lenin’in kendisi de özellikle hayatının sonlarına doğru partinin bürokratizme düşüşüne dair bir hayli yerinde eleştiriler yaparken, Troçki de aynı zamanda parti içinde proleter demokrasi normlarını yeniden yürürlüğe sokmaya çalışan sol muhalefet temel temsilcisi olarak sol muhalefetle birlikte Stalin taraftarlarına ve “tek ülkede sosyalizm” teorisine karşı kavga başlattı. Troçkistler bu durumu Bolşevizmin proletaryanın öncü kolu olma niteliğini devletle birleşerek büyük ölçüde terk ettiği şeklinde açıklamaktadır.

Daha 1919’da, Valerian Ossisinski, Vladimir Smirnov ve Timotei Sapranov’un başını çektiği Demokratik Merkeziyetçilik grubu sovyetlerin “solmakta olduğu” ve her geçen gün Paris Komünü’nün ilkelerinden daha fazla uzaklaşıldığına dair uyarılar yapmaya başlamışlardı. Benzer eleştiriler 1921’de Alexandra Kollontai ve Alexander Shliapnikov’un başını çektiği İşçi Muhalefeti grubu tarafından da yapıldı, fakat 20’lerde İtalyan Solu’nda benzer bir yaklaşım geliştiren Demokratik Merkeziyetçilik grubu kadar güçlü ve uzun soluklu çıkmadılar. 1923’te Gabriel Myasnikov’un başını çektiği İşçi Grubu bir manifesto yayınlayarak o yıl gerçekleşen işçi grevlerinde önemli bir rol oynadı ve müdahalelerde bulundu. İşçi Grubu’nun görüşleri KAPD’ınkilere yakındı.

Bütün bu gruplar yalnızca Bolşevik partisi içerisinden çıkmadılar; parti içerisinde devrimin asıl ilkelerine dönüş için savaşmaya devam ettiler. Fakat burjuva karşı-devriminin kuvvetleri parti içerisinde alan kazandıkça, asıl mesele çeşitli muhalefetlerin bu karşı-devrimin gerçek doğasını görmeleri ve onun örgütlü ifadelerine karşı duyulan herhangi bir duygusal sadaketten kurtulunmasıydı.

Bununla birlikte Troçkist muhalefetin en iyi unsurlarını büyük bir kesimi, sözde “uzlaştırılamazlar”, kendileri 20’lerin sonralı ve 20’ların başlarında komünist solun görüşlerine kaydılar. Fakat 30’ların sonunda Stalin ve taraftarları neredeyse tamamen bu grupları ortadan kaldırmıştır.

Lenin, 1920 yılında yayınlanan "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı adlı eserinde sol komünizm düşüncesini kıyasıya eleştirmektedir. Yapıtında bu düşüncelerini "Komünistlerin tüm görevi, icat edilmiş, çocukça "radikal" şiarlarla kendini geri kalmışlardan tecrit etmek değil, onları inandırmak, onlar arasında çalışmaktır." şeklinde özetleyerek açıklar.[1]

1930'lar ve sonrasında Alman komünist solu

Almanya’da komünist solun gruplarının parçalanması, Hitler rejimi altında bile bir miktar gizli devrimci faaliyet sürdürülmüş olsa da, Nazi terörü tarafından büyük ölçüde tamamlandı. 1930’larda, Alman solunun devrimci görüşleri büyük ölçüde Hollanda’da, Enternasyonal Komünistler Grubu (Gruppe Internationaler Kommunisten - GIK), ama ayrıca ABD’de Paul Mattick’in başını çektiği grup tarafından savunuldu. Hollanda solu da küresel katliamın yolunu açan yerel emperyalist savaşlar karşısında enternasyonalizme sadık kalarak “demokrasiyi savunmak” laflarına direndi.

Aynı zamanda sendika sorununa, kapitalist kokuşma çağından işçi örgütlerinin yeni biçimlerine, ayrıca kapitalist krizin maddi kökenlerine ve devlet kapitalizmine doğru eğilime dair anlayışını da geliştirdi. Ayrıca sınıf mücadelesi içerisinde, özellikle işsizlerin hareketine dair önemli bir etkinliği de müdafa etmeyi başardı. Fakat Rus devriminin yenilgisi Hollanda solu’nu ciddi bir biçimde sarsmıştı ve bu da Hollanda solunun aratarak siyasi örgütün, dolayısıyla kendisinin rolünün konseyci yadsımasına götürdü. Bununla birlikte Bolşevizmin tamamen reddi ve Rus devriminin baştan beri burjuva kabul edilip bir kenara bırakılması geldi. Bu kuramsallaştırmalar, eğilimin gelecekte ortadan kayboluşunun tohumlarıydı. Hollanda’da sol komünizm Nazi işgalinden sonra devam edip ilk başta KAPD’ın parti-yanlısı görüşlerine de dönen Spartaküs Komünistler Birliği (Kommunistenbond Spartacus) tarafından devam ettirilse de, Hollanda’solunun örgütsel sorunda anarşizme verdiği tavizler sonraki yıllarda herhangi bir örgütlük devamlılığı sürekli zorlaştırdı. Şu anda bu eğilimin tamamen ortadan kalkmak üzeredir.

1930'lar ve II. Dünya Savaşı Sırasında İtalyan komünist solu ve Enternasyonal Komünist Sol

1930’lar, Viktor Serge’in sözleriyle “yüzyılın geceyarısı” idi. Devrimci dalganın son kıvılcımları, yani İngiltere’deki 1926 genel grevi ve 1927 Şangay ayaklanmas da sönmüşlerdi. Komünist Partiler ulusal savunmanın partileri oldular; faşist ve Stalinist terör devrimci hareketin en yüksek noktaya çıktığı ülkelerde en büyük vahşetiyle hüküm sürüyordu; ve bütün kapitalist dünya yeni bir emperyalist kıyıma hazırlanıyordu. Bu koşullar altında varoluşlarını sürdürebilen devrimci azınlıklar sürgün, baskı ve artan yalıtılmışlık koşullarıyla yüzleşmek durumundaydılar. Sınıfın bütünü moral bozukluğuna ve burjuvazinin savaş ideolojilerine boyun eğmiş olduğundan, devrimiler sınıfın anlık mücadelelerinde yaygın bir etki yapmayı umacak konumda değillerdi. Troçki’nin bu durumu anlamaktaki başarısızlığı sol muhalefeti çaresiz bir “kitleleri fethetmek” umudu uğruna her geçen gün, sosyal demokrat partilere girişi savunan “Fransız dönüşü”, anti-faşizme teslimiyet gibi örneklerde görüldüğü üzere artan bir oportünizme sürüklüyordu. Troçki’nin kendisinden ziyade Troçkizm için bu gidişatın nihai sonucu, 1940’larda burjuva savaş aygıtının bir parçası olmak oldu. O zamandan beri Troçkizm, tıpkı sosyal demokrasi ve Stalinizm gibi, kapitalizmin siyasi aygıtının bir parçası oldu ve bütün iddialarına marksizmin devamlılığıyla hiçbir alakası kalmadı.

Bu gidişatın aksine Bilan (Bilanço) dergisi etrafındaki İtalyan sol komünist fraksiyon zamanın gereklerini doğru bir biçimde tanımladı: öncelikle savaşa doğru gidişata karşı enternasyonalizmin temel ilkelerine ihanet etmemek; sonrasında başta Rus devrimi olmak üzere devrimci dalganın yenilgisinin “bilançosunu” çıkartmak ve gelecekte sınıf mücadelesinin yeniden doğuşuyla ortaya çıkacak yeni partilere teorik bir temel sağlayacak olan dersleri ortaya koymak.

İspanya’daki savaş zamanın devrimcileri için özellikle zor bir sınavdı, zira çoğu anti-faşizm sirenlerinin şarkısına kapılarak teslim oldu ve savaşta iki tarafın da emperyalist olduğunu ve onun yaklaşan dünya savaşının provası olduğunu göremedi. Öte yandan Bilan sağlam durarak tıpkı Birinci Dünya Savaşı esnasında iki tarafa da karşı çıkan Lenin’in yaptığı gibi burjuvazinin hem faşist hem de cumhuriyetçi kesimlerine karşı sınıf mücadelesi çağrısı yaptı.

Aynı zamanda daha sonra Belçika, Fransa ve Meksika’da fraksiyonlar oluşturacak olan bu akımın teorik katkıları da uçsuz bucaksızdı ve gerçekten yeri doldurulamaz nitelikteydi. 1917 Rus devriminin proleter niteliğini sorgulamaya hiçbir zaman gitmeyen Rus devriminin yozlaşması analizi ile; gelecekteki geçiş döneminin sorunlarına dair araştırmalarıyla; ekonomik krize ve kapitalizmin çöküş döneminin kökenlerine dair çalışmalarıyla; Komünist Enternasyonal’in “ulusal kurtuluş” hareketlerine destek verilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini reddedişiyle; parti ve fraksiyon teorisini ortaya koyuşuyla; diğer siyasi proleter eğilimlerle kardeşçe fakat bitmek bilmez polemikleriyle; ve bunun yanı sıra pek çok farklı alandaki çalışmalarıyla İtalyan sol komünist fraksiyonu şüphesiz geleceğin proleter örgütlerinin programatik temelini ortaya koyma görevini başarıyla yerine getirdi.

II. Dünya Savaşı sonrasında İtalyan sol komünizmi

İtalyan solu bir çeşit örgütsel devamlılık sağlamayı başardı, fakat karşı-devrimin verdiği zararlar bir bedel kesecekti. Tam savaştan önce, İtalyan sol komünist fraksiyonu dünya savaşının aciliyetini yadsıyan “savaş ekonomisi teorisi” ile bulanacaktı, fakat çalışmalar, özellikle Fransız sol komünist fraksiyonunun ortaya çıkmasıyla devam etti. Savaşın sonunda İtalya’da ciddi proleter mücadelelerin ortaya çıkması fraksiyonun saflarında kafa karışıklığına yol açtı ve militanların çoğu İtalya’ya dönerek 20’lerin sonlarından beri siyasi faaliyet yürütmeyen Bordiga’yla birlikte, savaşa karşı çıkmasına rağmen açık olmayan bir programatik temelde bulunan ve dönemi yükselen devrimci kavga dönemi olarak gören hatalı bir analize sahip İtalya Enternasyonalist Komünist Partisi’ni kurdular.

1952'de İtalya Enternasyonalist Komünist Partisi içerisinde, “Bordigist” eğilim ile faşist dönemde İtalya’da faal bir militan olarak kalan Onarato Damen’in başını çektiği eğilim ayrıştılar. “Bordigist” eğilim dönemin gerici doğasına dair anlayışında çok daha netti, fakat marksizmi savunurken sağlam durmak kaygısı yönündeki çabaları dogmatizme kaymaları gibi bir sonuç doğurdu. “Marksizmin sabitliğine” dair (yeni!) teorileri onları Fraksiyon’un 1930’larda attığu adımları görmezden gelmeye ve pek çok hususta Komünist Enternasyonal’in “ortodoksluğuna” gerilemelerine yol açtı. Bugün kendilerine “Enternasyonal Komünist Partisi” adını veren çeşitli Bordigist gruplar bu eğilimden gelmektedirler.

Damen eğilimi ise partinin rolü, sendikalar, ulusal kurtuluş devlet kapitalizmi sorunlarına dair çok daha net olmasına rağmen hiçbir zaman İtalya Enternasyonalist Komünist Partisi’nin kuruluşundaki hataların köklerine hiçbir zaman inmedi. 1950 ve 1960’larda bu gruplar siyasi olarak durgunlaştı, özellikle Bordigist eğilim kendisini bir sekterlik duvarının arkasında “korunmaya” aldı. Burjuvazi marksizmin bütün örgütlü ifadelerini ortadan kaldırmaya, bugünün devrimci örgütleri ile işçi hareketinin büyük geleneklerin arasındaki hayati bağlantıyı kırmaya hiçbir zaman olmadığı kadar yaklaşmıştı.

Fransız Komünist Solu

Fransız sol komünist fraksiyonunun çoğunluğu İtalyan sol komünistlerinin Enternasyonalist Komünist Partisi'ni kurmasına karşıydı ve karşı devrimin zafer döneminin hala sürdüğünü ve dolayısıyla fraksiyonun görevlerinin tamamlanmadığını daha önce gördüler. Bunun üzerine Fransa Komünist Solu (Gauche Communiste de France - GCF) adını alan Fransız sol komünist fraksiyonu Bilan’ın ruhunda çalışmalarını sürdürerek, sınıfın anlık mücadelelerine müdahale etme sorumluluğunu yadsımadan, kaynaklarını siyasi ve teorik netleşmeye yoğunlaştırarak özellikle devlet kapitalizmi, geçiş dönemi, sendikalar ve parti konuklarında önemli katkılar yaptı. Böylesi sağlam bir marksist yöntemi müdahale etmek İtalyan solu’nun tipik özelliklerindendi, fakat Fransa Komünist Solu, Alman-Hollanda sol komünistlerinin en iyi katkılarından bazılarını da programatik cephanesinin bir parçası haline getirmeyi başardı. Öte yandan 1952’de, hatalı olarak üçüncü dünya savaşının gelmek üzere olduğu yanılgısına varan GCF, fiili olarak ortadan kalktı.

1968 sonrası sol komünizm

1960'ların sonlarında, proletarya Fransa’daki Mayıs 68 genel grevi ve bunun sonucu olarak işçilerin mücadelesinin bütün dünyada patlak vermesiyle tarih sahnesine yeniden çıktı. Bu yenilenme, komünist görüşleri netleştirmeye çalışan siyasi unsurlardan oluşan yeni bir kuşağı doğurdu ve var olan devrimci gruplara temiz hava, yeniden hayat üflerken, nihayetinde sol komünist mirası yenilemek isteyen yeni örgütler üretti. Bu yeni siyasi çevre, ilk başta Bolşevizmin “otoriter” imgesine karşı konseyci ideolojiden derinden etkilenmiş olsa da, olgunlaştıkça örgüt-karşıtı ön yargıları geride bırakmayı başardı ve kendisini bütün marksist geleneğin devamlılığının bir parçası olarak görmeye başladı.

Bugünün devrimci çevre içerisinde mevcut olan gruplarının çoğunlukla, örgütsel meselede ve devrimci bir geleneği müdafa etmeye güçlü bir vurgu yapan İtalyan sol komünizminden gelmeleri şaşırtıcı değildir. Hem Bordigist gruplar, hem de Damen eğiliminin daha sonra oluşturduğu Uluslararası Devrimci Parti Bürosu’nun İtalya Enternasyonalist Komünist Partisi’nin mirasçısıdır, Enternasyonal Komünist Akım ise büyük ölçüde Fransa Komünist Solu’ndan gelmektedir.

Günümüzde komünist sol

Enternasyonal Komünist Akım amblemi, Boris Kustodiev tarafından üretilen ve ilk defa 1919'da Kominst Enternasyonal yayınlarında basılan çalışmadan alınmıştır.

Günümüzde sol komünizm temelde 1975'te kurulmuş ve Fransa, İngiltere, Meksika, Belçika, Hollanda, Almanya, İspanya, Venezuela, Brezilya, İsveç, Hindistan, İtalya, ABD, İsviçre, Filipinler ve Türkiye'de şubeleri bulunan, uluslararası düzeyde merkezileşmiş Enternasyonal Komünist Akım ile İngiltere'de Komünist İşçiler Örgütü, İtalya'da Enternasyonalist Komünist Partisi, Kanada'da Enternasyonalist İşçiler Grubu, Almanya'da Enternasyonalist Sosyalizm Grubu ve Fransa'da Fransız Şubesi adlı kardeş örgütlerin oluşturduğu Uluslararası Devrimci Parti Bürosu tarafından devam ettirilmektedir. Ayrıca şu anda Uzak Doğu ve Güney Amerika gibi yerlerde sol komünist siyasete ve özellikle Enternasyonal Komünist Akım'ın görüşlerine yakın gruplar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca İtalya merkezli hepsi Enternasyonal Komünist Partisi adını kullanan il Programma Comunista, il Partito Comunista, il Comunista gibi farklı yayınları ile ayırt edilen çeşitli Bordigist eğilimler ile konsey komünizmiyle tarihsel bağları olmasa da Fransa, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerinde ve Doğu Avrupa ülkelerinde konseyci olarak nitelendirilebilecek çeşitli grublar da mevcuttur.

Sol komünistler, tarihsel deneyimlerinden kapitalizmin şu an içerisinde bulunduğu söylenen çöküş döneminde parlamenterizme, her türlü milliyetçiliğe ve ulusal kurtuluş hareketine, sendikalizme ve sınıf işbirliğine karşı çıkılması gerektiğini ve ilerici olan tek şeyin dünya işçi sınıfının kapitalizmi devrip komünizmi inşa etmeye başlaması olduğunu savunur, bu görüşleri proleter siyasetin temeli olarak görürler. Sol komünistler sosyalizmin tek ülkede inşa edilemeyeceğini, sosyalizmin inşa edilmeye başlanılabilmesi için dünya devriminin başarıyla tamamlanması gerektiğini savunurlar. Buradan yola çıkarak da "sosyalist" olduğu iddia edilen rejimleri kapitalist olarak görürler. Bir öncü partinin gerekli olduğunu düşünseler de sol komünistlerin çoğu bu partinin rolünün iktidarı almak olmadığını, devrimcilerin kendilerini sınıfın yerine ikame ederek sınıfın tarihsel görevlerini gerçekleştiremeyeceğini savunurlar. Komünist sol, günümüzde kendisini mevcut bir komünist hareketin solu olarak değil, burjuva ve kapitalist sola karşı komünist sol, komünist olan sol olarak görmektedir. Bu bağlamda sol komünizm Stalinizm, Maoizm gibi eğilimleri baştan redderken, sol muhalefetin ilkin Stalinizme karşı, oportünist ve sekter olsa da proleter bir eğilim olduğunu fakat bu oportünizmin onları, Troçkist örgütlerin 2. Emperyalist Savaş'a verdikleri destek ile karşı saflara geçirdiğini söyleyerek Troçkizmi de reddeder, bu eğilim içerisinde Yunanistan'da Aghis Stinas, Çin'de Zheng Chaolin, Meksika'da Grandizo Munis ve Natalia Sedova, Hollanda'da Henk Sneevliet ve Marx-Lenin-Luksemburg cephesi gibi Troçkizm'den kopan enternasyonalist unurların bu eğilim içerisinde kalmış bütün proleter unsurı temsil ettiğini ve onların ayrılışı ile Troçkizmin burjuva bir niteliğe sahip olduğunu savunur. Bugün sol komünistler anarşizmi, siyasi yakınlığa göre enternasyonalist ve devrimci anarşizm ile resmi anarşizm yani burjuva anarşizmi olarak iki ayrı eğilim olarak görürler ve enternasyonalist anarşistlerle çeşitli ortak çalışmalar yaparlar. Lenin'in eleştirdiği bir eğilim olmasına rağmen komünist solun büyük çoğu Bolşevik geleneği eleştirel bir biçimde benimser ve bu geleneğin derslerini içselleştirir.

Dış bağlantılar

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. V.İ. Lenin, "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 1970
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.